Roman, ortaya çıktığından beri bütün dünyada sevilmiş ve ilgiyle takip edilmiş bir edebiyat türüdür. Romana karşı duyulan bu sevginin temelinde ne olduğu önemli ve ayrı bir konudur. Ancak hem okuyucu hem de sanatkâr açısından bir edebiyat türü olarak sunduğu imkânlar romanın sevilen bir tür olmasına vesile olduğu ifade edilebilir. Romancı hayalindeki dünyayı, insani ilişkileri, roman kahramanları marifetiyle kolayca anlatır; okuyucu ise merak ettiği hayatı, insanı, duyguyu, kültürü romanlarda bulur.
Romanda düşmanlık, gurbet, anne, vatan, millet, tabiat gibi çok farklı temalar işlenebilir. Bunlara ilave edilecek bir diğer tema ise kişi hayatları- dır ki bu nevi romanlara biyografi romanı denir. Sanatkârlar ya bir milleti derinden etkileyen, ona yol gösteren, öncülük eden, yıkıcı-yapıcı fikirleri ile öne çıkan siyasetçi, bilim-devlet adamı, düşünür, sanatçı veya felsefecilerin hayatını anlatır ya da kendine has bir kişiliğe sahip olan insanları topluma tanıtmak veya hak ettikleri yere ulaştırmak için biyografi romanı yazar.
Bir romanın edebî bir eser sayılması için asgari bazı ölçütler vardır. Bunlardan belki de en önemlisi romanın kurmaca (fiktif) olmasıdır. Çünkü roman, hayalî karakter ve durumları betimler. Romanda anlatılan olay, kişi ve mekânlar sanatkârın birer tasarımı, kurgusudur. Roman teorisyen ve araştırmacıları, hiçbir romanın tarihî veya yaşanmış bir vakayı olduğu gibi yansıtamayacağını söyler. Gerçek ancak değişikliklere uğrayarak edebî esere konu olur. Bu sebeple hayatın gerçeği ile sanatın yansıttığı (romanın) gerçek, birbirinden farklıdır. “En gerçekçi olduğu iddia edilen edebî eserler dahi yaşanmış olanı değil, gerçeğe uygun olanı dikkatlere sunar. İtibari vaka, hayal âlemine has vakadır: Üzerinde yaşadığımız dünyadan, daha yerinde bir ifadeyle harici âlemden alınan unsurlarla sanatkâr tarafından inşa edilen yeni ve muhayyel âleme itibari âlem; orada cereyan eden olaylara itibari olay; bu olaya iştirak edenlere itibari insan; mekâna da itibari mekân demek gerekir.”1 “Bir roman gerçek yaşamdaki mekânlardan, insanlardan ve olaylardan bahsedebilir, onlara atıfta bulunabilir; fakat sadece böylesi bahis ve atıfları içeren bir eser olarak kalamaz.”2 Aksi takdirde bir edebi eser olamaz. “Bir anlatıya konu olmuş kişi veya kişilerin gerçek yaşamdaki falan şahıs olduğu iddiası, kurgu kişinin en azından bir kalem tarafından verilmiş görevleri ifa etmek üzere, belirli bir bakış açısı ışığında yoğrulmuşluğunun yadsınması demektir.”3 Aslında: “Edebî eserler, düşünce, hayal ve his gibi üç ögenin farklı seviyelerdeki işbirliği ile yaratılırlar. Düşünce, hayal ve hislerin akıl almaz değişkenliği dikkate alındığında bu üç ögeyle kurulan edebî ürünlerin hiçbirisinin birebir gerçeklikleri anlatamayacakları, yani bu eserlerde gerçek hayatlardan bahsediliyor dahi olsa, anlatılanların ya şanıp geçmişte kalmış olan gerçek hayatı asla tam olarak aksettireme- yecekleri açıkça ortaya çıkar.”4 Bu sebeple: “Edebiyat ve yazınsal metin, toplumun tarihi değildir. Toplumdan yansımalar, toplumsal gerçeklikler bulunabilir ama bunlar gerçek değildir; bir insan duyarlığından kaleme dökülmüş kurgusal anlatılardır.”5 Bütün bu yorumlardan şu anlaşılır: Romanlarda anlatılan hayat-olaylar kesinlikle gerçek hayat ile aynı değildir, olamaz. Türk edebiyatında yazar-şair hayatını konu eden biyografi romanlarında roman teorisyenleri ve araştırmacılarının tam aksine roman yazarları/anlatıcıları anlattıklarının tamamen hayatın ger çeklerine bağlı olduğunu, pek de kurgu yapmadıklarını, gerçeği saptırmak istemediklerini bazen romanlarına yazdıkları ön sözde bazen romanın arka kapağında ısrarla ifade ederler.
Romandaki olayları okuyucuya aktarmanın ilahi, gözlemci ve kahra- man bakış açısı olmak üzere üç yolu vardır.6 Bu değişik aktarma yolları romanın tarihî gelişimiyle beraber ve bazı sebeplerle ortaya çıkmıştır.7 İlk Türk ve dünya romanlarında, genellikle, anlatıcıya geniş imkânlar sunan ilahi (hâkim) bakış açısı kullanılır. 20. yüzyılın başından itibaren okuyucu beklentisinin değişmesiyle bu durum da değişir. Mehmet Tekin, hâkim bakış açılı romanların zamanla nasıl değiştiğini şöyle ifade eder:
“… modern zamanlarda gündeme gelen ve giderek karmaşık bir vaziyet kazanan toplumsal yapıyı ve bu yapıda varlığını sürdüren bireyin problemli hâlini –hakkıyla- anlatmakta söz konusu bakış açısı –en azından tek başına kullanıldığında- yetersiz kalıyordu. Bunu telafi etmek üzere, modern zamanlarda yıldızı giderek parlayan psikoloji biliminin de desteğiyle yeni bakış açıları devreye sokulur.”8 Bu yeni bakış açılarından ikisi; gözlemci bakış açısı ile kahramanı kendi dilinden tanıtan, iç monologlarla bezeli, bilinç akışı yönteminin çok kullanıldığı kahraman bakış açısıdır. Son dönemde gözlemci ve kahraman bakış açılı romanlar revaçtadır, okuyucu tarafından sevilir. Modern okurun bu tercihine rağmen Türk edebiyatında yazar-şair hayatını anlatan biyografi romanlarında okuyucuyu heyecanlandırmayan, her şeyi bilen, hatta zaman zaman olayları kesip bilgiler aktaran hâkim bakış açısı tercih edilmek- tedir. Tabii bu hâl, biyografi romanlarının çok okunması ve sevilmesine etki eden önemli bir faktördür.
Modern roman için önemli hususlardan biri de anlatıcısının tarafsız olması, kahramanlarına eşit mesafede durup onlar arasında kurduğu ilişkiler ile okuyucuya istediği mesajı, fikri vermesidir. Bu durum, okuyucunun anlatılanları gerçekten yaşanıyormuş hissine kapılmasına vesile olur. Oysa Türk edebiyatındaki yazar-şair hayatını konu eden biyografi romanlarında anlatıcılar, âdeta bir futbol takımını tutar gibi taraflı davranır. Anlatıcılar, fikirlerini benimsediği kahramanı göklere çıkarırken, fikirlerini tasvip etmediği kahramanları yerin dibine sokar, onların fikirleri ve hayatları ile alay eder. Oysa modern romanda anlatıcının kendisi de fiktif âlemin âdeta bir kahramanıdır. Onlar, olaylara müdahale etmez, sadece aktarır. 1923-1960 yılların arasında vefat eden şair-yazar hayatlarını anlatan “biyografi romanı” yazarlarının çoğu bu tarafsızlığı gösteremez. Çünkü onlar anlattığı hadiselere sık sık müdahale eder veya bir kahramanından yana tavır alır.
Mustafa Apaydın, Türk edebiyatındaki biyografi romanlarında karşılaşılan en önemli sorunla ilgili şunu söyler: “Biyografik romanların kurgu bakımından en önemli sorunları, belgesel olanla kurmacayı bir roman metni içinde kaynaştıramamaktır. Bu romanlarda kurmaca dünyaya ait figürler yoktur. Yazarlar, kimi zaman, romanlarında anlatılanların belgelere dayandığını, gerçek olduğunu, birkaç kişi isminden başka romandaki figürlerin gerçekten yaşamış ve daha da önemlisi romanda anlatılan olayların içinde bulunduklarını ileri sürerler.”9 Bu tavır biyografi romanlarındaki kurmaca âlemin yıkılıp dağılmasına sebep olur. Türk biyografi romanlarında anlatıcılar (Belki yazarlar demek daha doğru olur ve yazı içinde zaman zaman anlatıcı olmayı başaramadıkları için yazar olarak anılmış/anılacaktır.) verdikleri
tarihî bilgiler, romana dahil ettikleri gerçek gazetelerde yayımlanmış haberler-siyasi olaylar, anlattıkları kahramanların fotoğraflarını eserlerine koymaları ile romanın kurmaca âlemini yıkarlar. Okuyucu, bir tarih kitabı içinde geziyorum hissine kapılır.
Genel manada romanda, özel manada biyografi romanında karak- terler oluşturulurken anlatıcının iki tercihi söz konusudur. “Biri, çizilmek istenen kişiyle ilgili bilgilerin bizzat yazar tarafından verilmesi (açıklama yöntemi), diğeri, kişinin davranış, düşünce ve duygularıyla kendi kendini ortaya koyması (dramatik yöntem)… Temelde tasvirî özellik taşıyan ve bilgi ağırlıklı olan açıklama yöntemiyle gerçekleştirilen karakterizasyon uygulamaları, romanın modernleşme sürecinden itibaren yerini giderek dramatik yönteme bırakmıştır.”10 Yani modern romanda önemli olan bir olayı anlatmak değil, onu kahramanları kullanarak göstermektir. Çünkü açıklama yöntemi okuyucuyu boğar, bıktırır, onun dikkatini dağıtır, metni heyecanla takibini zorlaştırır. Günümüz okuyucusu her an sürprizlerle açılan, heyecan ögesini diri tutan, dramatik yöntemle yazılmış romanları daha çok beğenir. Bu sebeple sanatkârlar bu yöntemi daha çok tercih eder. Fakat bu yazıya konu olan biyografi romanlarında “açıklama” yöntemi anlatıcılar tarafından daha çok tercih edilir.
Bir romanda çok sayıda kahraman olabilir. Bu kahramanlar işlevlerine göre genelde birincil ve ikincil kahramanlar olarak tasnif edilir. Birincil kahramanlar, romanda daha çok yer işgal eder ve eserin başından sonuna kadar neredeyse her olayın içinde veya çevresinde olur. Bu anlatıcıya kahramanını ve olayları derinlemesine tahlil imkânı sunar; böylece onun hayatı, düşünceleri ve dönüşümleri verilir. Bu yazıya konu edilen Türk biyografi romanlarında bir karakter yaratmaktan ve onun çevresindeki hayattan bahsedildiğini söylemek çok zordur. Çoğu zaman kahraman duygu ve düşünceleri ile değil dışarıdan bir bakış açısıyla, figü ran gibi romana dahil edilir. Romana konu edilen kişinin hayatındaki önemli olaylar ve kimseler bir kalabalık hâlinde metne doluşur. Sırası gelen ve metne giren figüran veya birincil kahramanlar, birer ikişer cümle söyleyerek metnin sahnesinden çekilir. Eserin başından sonuna kadar ana kahramana eşlik eden, onunla ağlayıp onunla gülen, duygularına yön veren kahramanlar yok gibidir. İkincil kahramanlar, genelde ana kahramanın yaşadığı olayı/olayları anlatmak için kullanılır. Onlar görevini yapmak veya tarihen sabit bir cümlesini söylemek için ortaya çıkmış gibidir. Bir görünür ve bir daha ortaya çıkmazlar. Yani biyografi romanlarında ne tam bir karakter çözümlemesi ne de anlatılanları gerilimli hâle getiren figüranlar bulunur.
Modern roman genelde bir veya birkaç kahramanın hayatına odaklanır ve onların yaşadıklarını veya fikri dönüşümlerini anlatır. Bu yazıya konu edilen Türk biyografi romanları ise bir “kahramanlar ormanı” gibidir. Türk biyografi romanında yazarın/anlatıcının ana gayesi genelde romanın ana kahramanının yaşadığı olayları bölük pörçük vermek ya da kahramanın yaşadığı önemli her olayı anlatmak olduğundan, ana kahraman/lar hiçbir zaman okuyucuya, zihnî ve fiziki olarak tam manasıyla tanıtılmaz. Bu da ana kahramanın yaşadığı trajedi/trajedilerin anlatılmamasına sebep olur.
Türk E d ebiy at ı n d aki Biy o grafi R o manlar ı : Biyografi romanları az önce de ifade edildiği gibi sanat, spor, bilim, devlet adamı veya sıradan kişilerin hayatını konu edebilir. Bu bakımdan Türk edebiyatında çok sayıda biyografi romanı bulunur. Bu yazı, 1923-
1960 arasında vefat eden şair-yazar hayatlarını anlatan ve roman unvanı ile yayımlanmış eserler ile sınırlı tutulmuştur. Bu romanlar, Mehmet Emin Erişirgil’in Ziya Gökalp’in hayatını konu ettiği Bir Fikir Adamının Romanı Ziya Gökalp,11 Mehmet Akif Ersoy’un hayatını konu ettiği İslâmcı Bir Şairin Romanı Mehmet Akif;12 Hıfzı Topuz’un Neyzen Tevfik’in hayatını konu ettiği Çılgın ve Özgür13 ve Hasan Ali Yücel’in hayatını konu ettiği Başın Öne Eğilmesin;14 Sevda Kıdeyş’in Mehmet Akif Ersoy’un hayatını konu ettiği Mısır Apartmanı;15 Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun, Fatma Aliye’nin hayatını konu ettiği Uzak Ülke;16 Adem Çevik’in Mehmet Akif Ersoy’un hayatını konu ettiği Vatana Adanan Ömür Mehmet Akif;17 Mehmet Öklü’nün İhsan Raif Hanım’ın hayatını konu ettiği Kimseye Etmem Şikayet;18 Beşir Ayvazoğlu’nun Yahya Kemal’in hayatını anlattığı Bozgunda Fetih Rüyası;19 Aziz Erdoğan’ın Mehmet Akif Ersoy’un hayatını konu ettiği Abide Şahsiyet Mehmet Akif Ersoy20’dur. Biyografi romanı unvanıyla ve bir şairin-yazarın hayatını anlattığı bizzat yazarı tarafından ifade edilen bu romanlar, yazının girişinde bahsedilen modern roman kriterleri açısından incelenecektir. Yazıda, romanın “kurgu olma” zorunluluğunu bozan hallere ve teknik manada “anlatıcı kusurlarına” odaklanılacaktır.
- Kurgu İ çind e Tarih î B ilgil er :
Romanın kurmaca âlemine en çok zarar veren unsur, tarihî sabit bazı bilgilerin romanda sürekli ve olduğu gibi verilmesidir. Romanda tarihî bilgi verme, hele bu bilginin gerçek bilgi olduğunu bizatihi anlatıcının ifade etmesi romanı kurgu olmaktan çıkarır. Anlatıcı, Kimseye Etmem Şikâyet’te başkahramanın yaşadığı Taş Konak’ı tanıtırken kurgu dışına çıkar, Taş Konak hakkında tarihî bilgi verir: “ Taş Konak, Raif Paşa’nın 6 Temmuz 1903 tarihinde saraya verdiği bir dilekçe ile restore edilmiş gü- nümüze ulaşan son şeklini bu onarımla kazanmıştır.” (s.28) Naciye Sultan ve Enver Paşa’nın düğünü anlatılırken İhsan Raif’in o günlerde nelerle meşgul olduğunu parantez içinde bir paragrafla anlatır. (s.67) Ali Namık Bey, Şehabettin Bey’le meşhur Fransız felsefeci ve siyasetçisi Jaures’i tanıştırır. İştirakçi Hilmi Bey’in bu kişiden ilham aldığını söyler. Anlatıcı, bir parantez açarak Jaures ve İştirakçi Hilmi hakkında tarihî bilgiler verir. (s.94)
Mehmet Emin Erişirgil, Ziya Gökalp’in hayatını anlattığı romanda döneme dair birçok askerî, siyasi ve sosyal olaya dair bilgi verir. Romanda II. Meşrutiyet dönemini (s.93), İttihat ve Terakki Partisinin ana ilkelerini (s.125-127), İttihat ve Terakki Partisi’nin kongresini (s.129), I. Dünya Savaşı’ndan sonra mütareke sırasındaki hâlini (s.169), mektep ve medreselerin birleştirilmesini (s.140), Milli Mücadele sırasında Anka ra’nın hâlini anlatır. “Bugün yaşı elli beşi aşan her Türk, memleketin maddi sıkıntılı üç devrini, pek iyi hatırlamak durumundadırlar. 1) Birinci Dünya Savaşı’nın bilhassa son iki yılını, 2) İstiklal Savaşı senelerini, 3) İkinci Dünya Savaşı sırasını” (s. 234) diyerek bu dönemlere dair çok fazla bilgi sıralar.
Hıfzı Topuz, Neyzen Tevfik’in hayatını anlattığı Çılgın ve Özgür adlı romanda Neyzen Tevfik’in hayatı ile doğrudan alakalı olmamasına rağmen birçok tarihî bilgi verir. Ali Kemal, Çerkez Ethem, Mustafa Kemal etrafında 1921 yılı Türkiye’sinin durumunu anlatır. (s.120) İnönü Savaşlarından Büyük Taarruz’a başlığı altında çok fazla tarihî bilgi verir. (s.126-130) 26 Ağustos 1922 zaferi öncesi Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde çıkan haberler, Gazi Mustafa Kemal’in bu sırada Rauf Bey ve Fikriye Hanım’a çektiği telgraflar, 1 Eylül 1922’de Mustafa Kemal’in yayımladığı bildiriyi anlatır.(s.129) 1927’li yılların ahvaline dair bilgiler verir, hatta harflerin değiştirilmesi ile ilgili çok teferruata girer.(s.140-142) Bu bölümün sonuna doğru Ahmet Rasim’in ölümü üzerine onun Mustafa Kemal ile hatıralarını verir. (s.144-147) Ana/birincil kahraman olan Neyzen Tevfik burada âdeta unutulur. Yeni harfler, devrimler (s.159-160), 1930’lar Türkiye’si (s.162), 1937-1938’de Beyoğlu’nda hayat (s.173-174) , Atatürk’ün ölümünden sonra yaşananlar (s.186-187) bunun başka örnekleridir. Savaş Yılları başlığı altında II. Dünya Savaşı öncesi (s.192-93) ve “o dönemin önemli olaylarından biri de Köy Enstitüleri’nin kurulması oldu.” (s.199) diyerek köy enstitülerine dair bilgiler verir. Ro- manda Kore Savaşını çok fazla konu etmemesine rağmen Kore’de şehit olan askerlerin hatıralarına yer verir. (s.227-31) Anlatıcı, Başın Öne Eğilmesin’de Sabahattin Ali’nin soy ağacını bir tarihçi üslubuyla anlatır. (s.33) Resimli Ay’ın kuruluşunu anlatır. (s.46) Sabahattin Ali Sinop cezaevinde tutuklu iken orada bulunan mahkumları anlatır. (s.75) II. Dünya Savaşı öncesinde yaşananlara (s.100-101), Yurt ve Dünya dergisine (s.106), Demokrat Parti’nin nasıl kurulduğuna (s.123-127), Görüşler dergisinin nasıl çıkarıldığına (s.129-132) Markopaşa’nın nerede nasıl basıldığına (s.161-170), 1946-47 yıllarının siyasi ve sosyal olaylarına (s.192-193), Rasuh Nuri ve ailesine (s.200-201) dair çok fazla bilgi verir.
Vatana Adanan Ömür Mehmet Akif’te anlatıcı, Akif’in yaşadığı dönemdeki siyasi olaylar anlatılır. I. Dünya Savaşı sırasında yaşananlar, Milli Mücadele yılları (s.17-124) ve özellikle İstiklal Marşı’nın yazılma süreci bütün detayları ile (s.132-158) ezanın Türkçeye tahvilini (s.177-188) konu eder. Romanın arka kapağında şöyle bir cümle bulunur: “Eser Akif özelinde, bir dönemin siyasi hayatına, devrin şartlarına ve Osmanlı devletinin içinde bulunduğu duruma da ışık tutuyor.” Bu ifadeler aslında yazarın dönemi özellikleri ile anlatma arzusunu ortaya koyar.
Romanın kurmaca olduğu, bir/birkaç olay çevresinde gelişmesi gerektiği hatırlanırsa Aziz Erdoğan tarafından kaleme alınan Abide Şahsiyet Mehmet Akif adlı esere de roman demek zorlaşır. Bu esere, belki, biyografi demek daha doğrudur. Çünkü romanda anlatılanlar Mehmet Akif hakkında hemen herkes tarafından bilinenleri tekrardan öteye gitmez. Bu romanın gerçek bir biyografiden tek farkı, eserin kronolojik olmaması, romanın Mehmet Akif’in ölümüyle başlamasıdır. Eser “Birliğimiz Dirliğimizdir” (s.91) gibi bazı bölümlerinde, bir tarih kitabı okunduğu hissini verir. Anlatıcı eserde çok sayıda tarihî olay anlatır.
Anlatıcı/yazar, bazen ısrarla gerçek hayatla bağlantı kurar. Belki böyle bilmiyorsunuz ama şöyle anlarsınız tarzında cümlelerle fazladan bilgi verir, açıklama yapar. Yazar, Akif’in okula başlayışını anlatırken: “Babası onu Otakçılar Yokuşu’ndaki Fatih Merkez Rüştiyesine (İlköğretim okulu) yazdırdı (s.27)”, İstanbul Üniversitesinden bahsederken: “İstanbul Üniversitesi bir diğer adıyla Darülfünun ihtişamlı yapısıyla şehrin ortasında bulunurdu. (s.61)” der. Yazarın bu tavrı romanın diğer birçok bölümünde de (s.69, 79, 129) devam eder.
Beşir Ayvazoğlu, 1912-1922 yılları arasında Yahya Kemal’in yaşadık- larını anlattığı Bozgunda Fetih Rüyası’nda, bu dönemde yaşanan çok sayıda önemli tarihî olaya temas eder. Bunların bazılarını detaylı bir şekilde anlatır. Bu olaylardan bazıları şöyle sıralanabilir. Ahmet Samim Cinayeti (s.22), Sosyalist Hilmi ve faaliyetleri (s.23-24), Kıbrıslılar Yalısı ve yalının tarihî (s.29), Kıbrıslızâde Şevket’in Mevhibe Hanımla yasak aşkı (s.31-32), Rübab Dergisi ve çevresi (s.52-54), Darülfünün öğrencilerinin gösterileri (s.69), Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilanı (s.71), Kıbrıslılar ailesinin başına gelenler (s.86-93), Nev-Yunanîlik meselesi (s.116-117), Nayilerin amaçları (s.127), Rıza Tevfik, Hüseyin Cahit, Mehmet Emin, Ahmet Haşim, Süleyman Nazif’in Yahya Kemal’e dair düşünceleri (s.121-122), Türk Ocağı’nın kuruluşu (s.138-140), Çanakkale Savaşı sırasında İstanbul’un düşeceği kaygısıyla Turancılar ve milliyetçiler arasında çıkan tartışmalar (s.157-160), Divanü Lügati’t-Türk’ün nasıl bulunduğu ve basıldığı (182-184), Celile Hanım’ın dedesi Leh asıllı Mustafa Celaleddin Paşa’nın hayatı (s.187-188), Yeni Mecmua’nın neşri (s.202), II. Abdül- hamit’in cenaze töreni (s.230), I. Dünya savaşında Bulgar cephesinin yarıl masının İstanbul’daki akisleri (s.240-245), Mondros mütarekesi sonrası İstanbul’da yaşananlar (s.252-254), Fransız generali Franchet d’Esperey’in İstanbul’a bir işgal komutanı olarak girişi (s.256-257), yabancı işgallere karşı direnmek için yapılanlar (s.268-269), İkbal Kıraathanesi ve müda- vimleri (s.285), İstanbul’un işgali (s.292), Dergâh dergisinin ilk sayısı, dergâhtaki yazılar ve o yazıların aksülamelleri (s.306-308). Bütün bu tarihî kişi, olay, kitap, aile vb.nin anlatılması bunlardan bihaber okuyucu için çok büyük bir müşkül teşkil eder.
2 . Ku rg ud a Ak tif O l ma yan Ka hram an la ra Da ir Ansi klo p edik Bi lgiler:
Türk biyografi romanlarında yazarlar, olay örgüsünde çok önemli katkısı olmayan ikincil bazı kişileri (figüranlar) romana dahil eder. Bu kişiler okuyucunun dikkatini dağıtır. Mehmet Emin Erişirgil, Mehmet Akif’in hayatını anlattığı İslamcı Bir Şairin Romanı’nda Ali Kemal’in Mehmet Akif’le ilişkilerini kısaca verir. Ardından roman boyunca Akif’in bir daha hiç karşılaşmayacağı Ali Kemal (s.68-69) ve Babanzade Ahmet Naim Beyin istifalarını (s.187-192) uzunca anlatır. Aynı tavır yazarın bir diğer romanı olan Bir Fikir Adamının Romanı Ziya Gökalp’te, bir kişinin İttihat ve Terakki ve Prens Sabahattin’e dair görüşleri (s.48-51) ile Celal Nuri’nin fikirlerini anlattığı bölümlerde de görülür. (s.90-92)
Kimseye Etmem Şikâyet’te ana kahramanın ilişkisi olan bütün kahra- manlar bazen bir mekânda bir araya getirilir. Onların bilgi, kültür ve meraklarına dair bilgiler verilir. Şahabettin Süleyman, İhsan Raif, Yahya Kemal, Fazıl Ahmet, Ruşen Eşref, Selahattin Enis, Ahmet Haşim, Halit Fahri, Yakup Kadri, Tahsin Nahit, Hakkı Tahsin, Udi Nevres Bey’in katıldığı bir toplantı olur ve hemen hemen bazıları sadece burada ortaya çıkan kahramanlar kendi ilgi ve bilgisini çevresine aktarır.(s.148-162) Bu kahramanların bir kısmı romanda bir daha görülmez.
Uzak Ülke’de de olay örgüsünde çok yer bulamayan, bir defa görünüp kaybolan kahramanlar vardır. Onlardan bazıları Fatma Aliye Hanım’ın edebiyat, tarih, coğrafya ve felsefe hocası Hoca Mustafa Efendi (s.33), Fransızca hocası İlyas Matar Efendi (s.41), Halide Edip Adıvar, Fatih Kerimi, Yusuf Akçura (s.119-131)’dır. Onlar vazifelerini yaptıktan sonra kaybolurlar.
Neyzen Tevfik’in hayatının anlatıldığı Çılgın ve Özgür’de Mehmet Akif ile Neyzen Tevfik tanışır. Yazar “Kimdi bu Akif Bey?” sorusuyla Mehmet Akif hakkında ansiklopedik bilgiler verir. Hatta daha de ötesinde Akif’in hatıralarını verir. Mehmet Akif’le iyice hemhâl olan okuyucu Neyzen’i unutur. Aynı husus Ahmet Rasim’in (s.35) Kara Kemal’in (s.43), Ali Kemal’in (s.120), İhsan Ada’nın (s.214/216) anlatıldığı bölümlerde de söz konusudur. Yazar kurgu ile çok ilgisi olmayan ama bir şekilde ana kahramanla ilişkisi bulunan kişi, mekân ve olayları da konu eder. Romandaki Meserret, Vasfi Raşit Sevig, Kurt Stringler bölümü böyledir.
(s.149-152) Anlatıcı, Başın Öne Eğilmesin’de “Sabahattin Ali’nin dedesi Mehmet Ali Paşa Türkiye’ye nasıl gelmiş ve mareşalliği kadar nasıl yükselmiş” diyerek kurguda hiç yer almayan Mehmet Ali Paşa’nın hayatını (s.33-36), Sabahattin Ali’nin babası Selahattin Bey’i anlatır.(s.36) Kurguda aktif olmadığı hâlde Mehmet Ali Cimcoz ve ailesini (s.180), Asaf Halet Çelebi’yi (227-228), Ali Ertekin’i (s.234) okuyucuya tanıtır.
Vatana Adanan Ömür Mehmet Akif’te, Mehmet Akif ve Kuşçubaşı Eşref Necid çöllerinde iken anlatıcı sözü Lawrance’a getirir. Ona dair ansiklopedik bilgiler verir (s.91-93) ki bu bilgiler romanın genel kurgusu Mehmet Akif’in hayatını anlatırken hiçbir işe yaramaz. İstiklal Marşı’nın yazılma sürecini anlatırken yarışmada öne çıkan bütün şiirlerinden örnek bölümler verir; onlara dair yorumlar yapar ki bu şiir metinlerine dair ya- pılan yorumların hiçbiri Akif’in hayatı ile ilişkili değildir. (s.146-149) İstiklal Marşı’nın kabulü sırasında Hamdullah Suphi, Hasan Basri, Besim Atalay ve Doktor Suat Beyin Meclisteki tartışmalarını anlatır. (s.152-158) Romanın sonunda İstanbul’da yaşanan bir vakayı anlatır. (s.179-184) Oysa bu vakanın Akif’in hayatı ile hiçbir ilgisi yoktur.
4. Ge rçek Hayatla Ba ğ lan t ı lar :
Biyografi romanlarında yazarlar önemli tarihî bilgi ve olaylarla zaten bozdukları kurgu dünyalarını bazen gerçek hayatla kurdukları bağlarla da parçalarlar. Burada gerçek hayattan kasıt tarih kitaplarına geçmemiş ve milletin gündemi hâline gelmemiş hadiselerdir. İslamcı Bir Şairin Romanı Mehmet Akif’te anlatıcı, bir kâtiple (yazarın kendisi), baytarın (Mehmet Akif) konuşmaları ve ilişkilerini anlatırken Cihangirden daha önce hiç bahsetmediği hâlde: “Bunlar Fatih’te, Tophane’de, yangından evvelki Cihangir’de, Üsküdar’da oturan ailelerin çocuklarıydı” diyerek herkesin yangın öncesi Cihangir’ini bildiğini varsayar. (s.16) Bu, yazarın, eserini tarihten bahseden, gerçekleri anlatan bir kitap gibi gördüğünün işaretidir.
Mehmet Akif, Kapalıçarşı’nın Nur-ı Osmaniye Kapısı karşısında bulunan Kebapçı Kâmil’de yemeğini yer. Ardından anlatıcı/yazar şöyle devam eder: “Meşrutiyeti ve ondan önceki devirleri bilmeyenler bu Kebapçı Kamil’i bilmezler doğrusu. Kebapçı Kamil’de yemek yemeyen adam da kebap nevilerinin tadını kolay kolay bilemez.” (s.75) Kurgu âlemin büyüsünü bozan şu cümleler de yine aynı romandadır: “Akif’in hayatını yazanlar Ankara’ya gelerek Milli harekete katıldığını överler ama bu Balıkesir seyahatinden ya hiç bahsetmezler yahut birkaç satırla geçerler.” (s.293) Yazar burada birilerinin Mehmet Akif’in hayatını yazdığını ve onların bazı yerleri atladığını ifade etmiş olur.
Anlatıcı, Kimseye Etmem Şikâyet’in baş kahramanı İhsan Raif’in dört yaşında iken Nişantaşı’na taşınmalarını anlatırken şöyle der: “Mehmet Raif vezir olduğunda II. Abdülhamit Han irade-i şahaneyle Teşvikiye, Cabi sokak, şimdiki Rumeli Caddesi’nde kendisine, devlet ricaline mahsus bir konak inşa etmek üzere arsa tahsis etti.” (s.25) Bu, anlatıcının kurgu âlemden tamamen ayrılarak kendi yaşadığı dönem ile hayatını anlattığı kahramanın yaşadığı dönem arasında irtibat kurduğunu gösterir. Romanda Teşvikiye için anlatıcı şöyle der: “Taş Konak’tan Osmanbey’e doğru yetmiş metre ileride, Şimdiki Titiz Apartmanı’nın yerinde Nigar Hanım’ın konağı vardı.” (s.28) Bu hâlihazırda Osmanbey’den az ileride Titiz apartmanını bilmeyen bir okuyucu için hiçbir şey ifade etmez. Anlatıcı bir mekânı tanıtırken şöyle der. “Şimdi Galata’da postane diye kullanılan bina vaktiyle meşhur bir lokanta, birahane ve kahvehaneydi.” (s.93) Anlatıcı Raif Hanımın ölümünü anlatırken: “Bu hazin cenaze töreni 29 Mayıs 1926 tarihli Milliyet gazetesinde şöyle anlatılıyordu” diyerek haber metninin tamamını verir. (s.234)
Mehmet Emin Erişirgil, Bir Fikir Adamının Romanı Ziya Gökalp adlı eserinde gerçek hayatla sürekli bağlantılar kurar. Erişirgil, kasaba olarak tavsif ettiği Diyarbakır’ın Ziya Gökalp’in doğduğu yıllarından bahseder- ken: “o zaman eski kasabalarımızdaki bu gibi aileler, erkek çocuklarını Rüştiye’de, bazen de idadide okuturlar, onların ayrıca tanınmış bir hocadan Arapça ve Farsça dersler almalarına ve medrese bilimlerini öğrenmelerine itina ederlerdi.” (s.12) der. Böylece o dönemin gerçek hayatının nasıl olduğuna dair bilgi verir. Anlatıcı II. Meşrutiyet döne- minde hürriyet kelimesinin anlamına dair şunu söyler: “Hürriyet sözünün o devirdeki gençlerin duygularında yaptığı etkiyi bugünkü kuşaklar kavrayamaz.” (s.32) Ziya Gökalp’le Satı El-Husri arasındaki fikir tartış- malarını anlatırken: “Şimdi tıpkı Birleşmiş Milletler’in toplantılarında görüldüğü gibi, konuşmalardı ki, ‘söz düellosu’ denebilir.” (s.120) Anlatıcı bir başka yerde şöyle der: “Sonradan bir yazarın belirttiği gibi “İttihat ve Terakki başlangıçta boş bir kubbeydi” (s.128) Yazar/anlatıcı, anlattıklarım tamamen gerçek, anlattıklarıma başkaları da şahit dercesine Ziya Gökalp’in bir tartışmadan sonra odasından çıkışını şöyle anlatır: “…merdivenden inerken yanında birisi varmış gibi: “ ‘Hükümet adamlarının çoğu da, öğretmenlerin bir kısmı da insan tanımaz, hükümet adamlarının da, öğretmenlerin de tatbik edecekleri mükâfat ve mücazat son derece az olmalı, behemehâl meslektaşlarına ve arkadaşlarına haklı görünmelidir’ diye söylendiğini duyanlar olmuştur.” (s.109)
Hıfzı Topuz, Çılgın ve Özgür’ün başında şapka devriminden ve devrimi anlatmak üzere İzmit, Mudanya ve Bursa’ya giden Mustafa Kemal’den bahseder. Halkın Mustafa Kemal’i nasıl coşku ile karşıladığını anlatırken şöyle der: “O coşkuyu o günleri yaşamayanlar bilemez. O nasıl bir sevgi gösterisiydi.” (s.7) Yazar hemen akabinde: “daha sonraları buna benzer sevgi gösterileri de Gaulle’e, Mao Tse-Tung’a, Castro’ya ve Lu- mumba’ya yapıldı” der. (s.8) Böylece romanı ile gerçek hayatı birleştirir. Yazar âdeta benim eserim kurgu değil bir anlamda roman değil dercesine bunu devamlı yapar. Neyzen’in nerelere davet edildiğini anlatırken: “Neyzen öte yandan İzmir’in zenginlerinden Uşşâkizâde Muammer Beyin (Gazi’nin eşi Latife Hanım’ın babası) ve onun gibi ünlülerin konaklarına davet ediliyordu.” (s.27) der. Parantez içindeki bilgi roman ile gerçek hayat arasında bağ kurar. Neyzen’in akıl hastanesine yatırıldığı günleri anlatırken: “Toptaşı Bimarhanesinde bulunduğu günlerden birinde Vakit gazetesinden bir yazar kendisi ile konuşmaya geldi.” (s.139) Yazar bunları söylediğinde Vakit gazetesi ve o yazara dair henüz herhangi bir şey söylememiştir ve yazar okuyucunun onları bildiğini kabul eder. Neyzen Tevfik’in ölümünden sonra Aşık Veysel’in onun için yazdığı ağıta da romanının sonunda (s.244) yer verir. Böylece roman ile gerçek hayatı irtibatlandırır.
Bozgunda Fetih Rüyası’nda romanın başından sonuna kadar çok sayıda mecmua, makale, şiir, mektup ve gazete manşetleri yayımlanma tarihleri ile birlikte verilir ki bu romanın kurgu olma özelliğini neredeyse tamamen yitirmesine sebep olur. Romanın içerisinde onlarca örneği bulunan bu hususa dair şu misalle yetinilebilir. Anlatıcı, Piyer Loti günü düzenlenmesi faaliyetlerinden bahsederken şöyle der: “Tasvir-i Efkar’ın o günkü nüshasının birinci sayfasında Ebuzziyazade Velid Bey’in “Piyer Loti ve Fransa” Yahya Kemal’in “O ve Biz”, Ruşen Eşref’in de “Pierre Loti’de Türklük aşkı başlıklı yazıları yer alıyordu. (s.273)
Biyografi romanı yazarları, çoğu zaman, romandaki baş kahramanın veya romandaki diğer kişilerin eserlerinden alıntılar yapar. Bu alıntılar, romanın gerçek hayatla irtibatını kuran başka bir husustur. İslamcı Bir Şairin Romanı Akif’’te baştan sona kadar Safahat’tan alıntılar yapılır. Bazen alıntı: “O zaman bu gence söylediklerinin bir kısmına sonradan “Asım” da şu çehreyi vermişti” yollu cümlelerle olur. Burada kastedilen Mehmet Akif’in Asım adlı şiir kitabıdır. (s.14-15/106-129/300) Anlatıcı Bir Fikir Adamının Romanı Ziya Gökalp’te bazen Ziya Gökalp’in hatıralarından (s.19/22-24/29/35-38/41-43-166-167) bazen şiirlerinden (s.83-84/116- 117/137-138/142/158-159) bazen de mektuplarından (s.158-161) yararlanır. Kimseye Etmem Şikâyet’te İhsan Raif’in hatırları hatıralarına çokça müracaat edilir. (s.46/70-71/98…)
Sevda Kıdeyş’in Mısır Apartmanı adlı eseri ilk Mehmet Akif romanı olarak nitelenir. Buna rağmen esere Mehmet Akif romanı demek zordur. Roman, yanlışlıkla Metris cezaevine düşen ve iki yıl altı ay kadar hapiste yatan çok dindar Nurullah Kıymaz adlı kahramanın (Çevresi ona Sofi diye hitap eder.) hapiste iken zaman zaman yaptığı iç muhasebe zaman zaman da yakın çevresi ile münasebetlerini anlatır. Roman kahramanı iç muha- sebesi sırasında ve özellikle Nihat Hocasının telkinleri ile Mehmet Akif’i tanır. Nihat Hoca bir cemaat lideridir, dosdoğru bir Müslümandır, Mehmet Akif’i çok iyi bilir. Nurullah Kıymaz (Sofi), öğrettikleri için ona müteşekkirdir. Nihat Hoca, Mehmet Akif’e hakkının devlet tarafından teslim edilmediğini düşünür. Mehmet Akif’in hayatını, eserlerini, mek- tuplarını ve onunla ilgili eserleri okur. 311 sayfalık bu romanın tama- mında, başkahraman Sofi ve onun çevresinde olaylar anlatılır. Yeri geldikçe ya da roman kahramanı Mehmet Akif’in eserlerini okudukça, Mehmet Akif’in eserlerinden bölümler alınır. Nurullah Kıymaz’ın iç dünyasını anlamlandıran kişi Mehmet Akif’tir. Ancak romanda Akif kesinlikle bir roman kahramanı hâline gelmez. Roman kahramanın zihnini zaman zaman meşgul eden bir figüran durumundadır. Belki de bu romanın Mehmet Akif romanı olarak anılmasının sebebi, Akif’in eserlerinden çok fazla alıntı yapılmasıdır. Romanda, Mehmet Akif’in şiirlerinden (s.15,23, 40, 43, 59 iki dize, 68 iki dize, 76 iki dize, 82, 13 dize, 86 sekiz dize, 100 iki satır, 105-106 kırk satır, 115 dört satır, 141 iki satır, 143 Ferda Kadın’a şiiri, 188 dört dize, 198 on satır, 241 iki satır, 243 dört satır, 245 altı satır, 286 Hüsran şiiri) nesirlerinden, (s.137-138, 186, 188-189, 231-234, 245) mektuplarından (s.121-131, 159-163, 187 ) ve Akif’le ilgili eserler ve hatırlardan (s.74-75, s.99, 103, 111-113, 136, 206, 209-212, 235, 244,) alıntılar yapılır. Bu, roman ile gerçek hayat arasında bağlantı kurar. Az önce de ifade edildiği gibi bu roman esasında Nurullah Kıymaz’ın maceralarını konu eder. Roman kahramanı sürekli Akif’i ve Nihat Hocası gibi Akif’e haksızlık yapıldığını düşündüğü için hapisten çıktıktan sonra Akif’in hayatını kaybettiği Mısır Apartmanındaki daireyi araştırır ve bulur. Daire bakımsız bir hâldedir. Orayı boşalttırır ve temizletir. Akif’in hayatını kaybettiği daireyi, bir kafenin ardiyesi olmak- tan kurtarır. Amacı daireyi satın alarak devlete devretmek ve Akif’in ruhuna olan manevi borcunu ödemektir. Sofi, kendisinin hapse düşmesine sebep olan fakat bundan dolayı büyük bir vicdan azabı duyan Ragif adlı roman kahramanın ekonomik desteği ile bunu yapacaktır. Kahraman sorunları çözüp Mısır Apartmanına gelir. Bu sırada Ragif öldürülür ve roman biter. Bu sebeple yukarıdan beri söylendiği gibi bu romana Akif romanı yani Akif’in biyografisini anlatan roman demek pek mümkün görünmemektedir.
Aziz Erdoğan da Abide Şahsiyet Mehmet Akif adlı eserindeki her bölümün başına Akif’in şiirlerinden bölümler alır.
Anlatıcı, Çılgın ve Özgür’de Neyzen Tevfik’in kendi hatıralarını anlatır. “Yıllar sonra Neyzen doğumundan söz ederken şöyle diyecektir” (s.15) der, Neyzen’in Bodrum’a dair hatıralarını aktarır. Onun ilk defa ney sesi ile tanışması bir yaz akşamı, deniz kıyısında, Tepecik Kahvesi’nde olur. Yazar bunun nasıl olduğunu anlatır ve: “Neyzen yıllar sonra o akşamı anlatırken şöyle diyecektir.” (s.17) diyerek bir başka hususa dair Neyzen’in anılarını verir. Yazarın bu tavrı eser boyunca hep devam eder. (s.19, 24, 30, 39, 53, 60, 72 ,92, 93….) Yazar, önce bazı şeyleri kurgular ardından Neyzen Tevfik’in hatıraları vesilesi ile anlattıklarını doğrulatır veya boş bıraktığı yerleri doldurtur. Bir örnek olması bakımından şu cümle verilebilir. “Yaşamını yansıtan uzun bir şiirde şöyle diyecektir” (s.34) Yazarın tutumu roman boyunca bazen kahramanının hatıralarından, bazen şiirlerinden olmak üzere (s.45, 52, 53, 83, 97, 101, 102, 112,113, 114-115, 125, 131, 132-134, 135, 149, 150, 160, 164, 165, 168, 169, 175, 188, 190-191, 194-96, 200-03, 211-12, 213, 216-20, 223…) hep devam eder. Anlatıcı Başın Öne Eğilmesin’de de Sabahattin Ali’nin çok sayıda mektup, şiir ve hatırasına yer verir. Hasan Ali’nin karısı Aliye’ye (s.14), Mehmet Ali Cimcoz’a (s.15), Nahit Hanım’a (s.42-43), Ayşe Sıtkı’ya (s.43), Enver Necati’ye (s.52/53), Pertev Naili Boratav’a (s.54), Ayşe Sıtkı’ya (s.64) mektubu (başka çok sayıda mektup bulunur.); Sabahattin Ali’nin Nahit Hanım için (s.43) yazdığı şiir, Memleketten Haber (s.59), Hapishane Şarkıları (s.70-71) adlı şiiri (diğer sayfalarda da çok sayıda şiir bulunur.); Sabahattin Ali’nin hatıraları (s.39/45/57/116); İçimizdeki Şeytan adlı kitabının önsözü (s.49-51) gibi.
Bozgunda Fetih Rüyası’nda Yahya Kemal’in kendi eserlerinden yapı- lan alıntılara çok fazla yer verilir. Yahya Kemal’in Paris günlerine dair hatıraları (s.24), Lale Devri’ne dair düşünceleri (s.32-34); Rakofça’daki çocukluk günleri (s.59); ataları, annesi, babası (s.62); çocukluğunda çevresindeki kişilerden Ali Zaim, Deli Ahmet, Uşak Hüseyin, Nana (s.74- 78); İstanbul’dan Paris’e kaçmasına vesile olan Şekip Bey’le yaşadıkları (s144-146); Üsküp’ten Selanik’e taşınmaları ve Selanik günleri (s.100); Redife Hanım’a karşı hissettiği aşka benzer ilk duygular (s.166-69); Camille Julian’ı okuduktan sonra Anadolu toprağına nasıl baktığı (s.147- 148); şiir ve vezin üzerine yazdıkları (s.150); Yahya Kemal’in Resimsizlik ve Nesirsizlik (s.206-208), Son Harp (s.250-51); Üç Tepe (s.305-306), Kurdun Dişisi ve Yavruları (s.271-272), Balkan seyahati (s.326-328), Bir Rüyada Gördüğümüz Eyüp (s.338), Kocamustafapaşa, Sümbül Sinan Türbesi ve civarı (s.336-342) başlıklı-muhtevalı yazılarının içeriği ya da yazıların kendisi alınır. Yazarın/anlatıcının bu tavrı, zaman zaman, anla- tıcının sözü Yahya Kemal’in bir şiirine, hatırasına, makalesine getirmek istediği intibası uyandırır.
Romancılar hayatını anlattıkları kişilere dair onların yakın arkadaşlarının veya onları tanıyanların hatıralarından da istifade ederler. Bu sebeple hayatı anlatılan kişi ile münasebeti olanların hatıralarına veya eserlerine romanlarda yer verilir. Yazarların; anlattıkları kişilerin haya- tına dair bildikleri, buldukları bilgileri verme arzusunun bunu tetiklediği söylenebilir. Bu tavır biyografi romanlarını bir anekdotlar yığınına dönüştürür. İslamcı Bir Şairini Romanı Akif’te Ziya Gökalp ve Mehmet Akif çatışması (s.180-184) ile Süleyman Nazif ve Mehmet Akif arasındaki ilişkiler (s.321-327) bu hususa örnek teşkil eder. Erişirgil’in diğer romanı Ziya Gökalp’te de yazar, kurguya dahil olan bazı kahramanların hatır- larından (Hüseyin Ragıp s.76, M. Erişirgil s.78, Şemsettin Günaltay s.153, H. Cahit Yalçın s.156-157) istifade eder. Bu tavır romanı gerçek hayata sıkı sıkıya bağlar.
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu Uzak Ülke’de bazen kahramanla ilişkisi olan birinin makalesini (s.83-84), Fatma Aliye’nin vefatından sonra Ercüment Ekrem’in 15 Temmuz 1936’da Son Posta’da yayımlanmış yazısını aynen alır. (s.217-219)
Çılgın ve Özgür’de yazar/anlatıcı Neyzen Tevfik ile bir şekilde ilişkisi olmuş birinin hatıralarını, mektuplarını, şiirlerini, ayrı ayrı bölümmüş gibi alır. Reşat Ekrem Koçu’nun hatıraları (s.93), Ahmet Rasim’den Bir Anı (s.117), Populas’ın şu günlük emrini yayımladı, İsmet Paşa o gün Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya bu zaferi şöyle müjdeledi, Yakup Kadri şöyle yazıyordu (s.122-23), Doğan Hasol’un hatıraları (215), K. Fe- ridun’un Neyzen Tevfik’le yaptığı röportaj (s.237-39) gibi.
Başın Öne Eğilmesin’de Sabahattin Ali’nin babası Yüzbaşı Selahattin’in (s.37), Dayısının oğlu Reşit Ertüzün’ün (s.44), Zekeriya Sertel’in (s.48), Sabiha Sertel’in (s.49), Niyazi Ağırnaslı’nın (s.105), Halide Edip’in (s.130) hatıraları; Ayşe Sıtkı’nın (s.63), Aziz Nesin’in (s.174/178) Sabahattin Ali’ye yazdığı mektup ile çok sayıda gazetede ve dergiden de alıntı yapılır. (s.137/139/156/163/173/187 Vatana Adanan Ömür Mehmet Akif ‘te, İstiklal Marşı’nın yazılma süreci Hasan Basri Çantay’ın Hamdullah Suphi’nin hatıralarından ve meclis tutanaklarından hemen hemen aynen aktarılır. (s.132-158)
Bozgunda Fetih Rüyası’nda başka kişilerin eserlerinden de alıntılar yapılır. Yahya Kemal’in Türk Ocağı’nda Bahr-i Sefid Havza-i Medeniyeti dair söyledikleri üzerine Akçuraoğlu Yusuf’un 4 Mart 1915 tarihli Türk Yurdu’nda yayımladığı mektubu buna bir örnek verilebilir. (s.151) Romanda, Piyer Loti Cemiyetinin 23 Ocak 1920’de düzenlediği Piyer Loti Günü’nde yaşananlar ve yapılan konuşmalar da uzun uzun verilir. (s.273- 79)
Konu edilen kahramanın yaşadığı dönemdeki olaylara dair yorum yapılıp bunlarla eserin yazıldığı dönem arasında ilgiler kurulur. Bu kurgunun gerçek hayatla bağlantısını sağlayan başka bir husustur: Kimseye Etmem Şikayet’te anlatıcı, İhsan Raif Hanım’ın Servet-i Fünun dergisindeki ölüm haberini aynen verir, ardından şunları söyler: “Bir zamanlar onların aşkına sahne olmuş, eserlerinin yayımlandığı bir dergide böyle bir kadirşinaslık takdire ve teşekküre değer bir davranıştı. Ancak İhsan Hanım’ın eserinin bir şiirinden tek örnekle açıklanması imkânsız. Onun lisanının şimdiden eskidiğini söylemek de insafa uygun düşmüyor. Taptaze kelimeler, deyimler yani dupduru bir dil hâlâ okuyacak olanları bekleyip duruyor.” (s.234) Böylece anlatıcı, kahramanın yaşadığı dönemdeki bir hadise üzerine yorum yapar ve kurgunun parçalanmasına sebep olur. Aslında burada anlatıcının taraf tutması, kurguya müdahale etmesi gibi anlatma tekniği açısından başka kusurlar da vardır. (s.235-236)
Aynı romanda: “ Abdülhak Hamit Bey ve Şair Nigar Hanım sokaklara ve- rilen isimleriyle yaşatıldığı hâlde konağı bile ayakta olan İhsan Hanımdan da bir hatıra olmalı değil mi”? (s.235) denilerek romanın yazılma zama- nında İhsan Raif Hanım’ın adının hiçbir yere verilmediğini ifade eder.
Hıfzı Topuz Çılgın ve Özgür’de Neyzen’in bir Zafernâme-i Meşrutiyet başlıklı şiirinin yayımlanmasının büyük cesaret istediğini ifade eder. Yayımlanması zor olan bu şiirin nasıl dilden dile yayıldığını anlatırken ise şöyle der: “O zamanlar sosyal medya yoktu ama fısıltı gazetesi vardı.” (s.83) Anlatıcı böylece anlattığı dönem ile yazdığı dönem arasında irtibat kurar. Yazarın/anlatıcının bu tavrı bir başka eseri olan Başın Öne Eğilmesin’de de bulunur. Anlatıcı, Sabahattin Ali ve arkadaşlarının Ege’deki Mavi Yolculuklarını anlatır. Sonra “1973 yılına kadar Mavi Yolculara hep Sabahattin Eyüboğlu yol gösterdi.” (s.121) der. Böylece Sabahattin Ali’nin ölümünden yıllar sonrasına dair bir bilgi verir. Bu bilgi kurgu olması gereken eseri gerçek hayata bağlar. Anlatıcı Sabahattin Ali ile Aliye hanımın nişanlılık dönemini anlatırken şunları söyler: “ Aliye o dönemin modası gereği ‘vualet’ denen yarım tüllü siyah bir şapka giymişti.” (s.96) “O yıllarda böcek ilacı diye bir şey yoktu. Karyolalara gazyağı sürülürdü.” (s.97) “O dönemde Türk kamuoyunda en önemli konu Hatay sorunuydu.” (s.100) “O yıllarda o kişilerin belirgin yanı Beykoz kundurası giymeleriydi” (s.152) “İşte o dönemde böyle bir demagoji ve aldatmaca yöntemleriyle Amerikan yardımı Türkiye kamu- oyuna tanıtılıyordu. ”(s.191) gibi cümlelerde anlatıcının; o dönemin, o dönemde, işte o dönemde ve o yıllarda ifadelerini kullanması kurgu âlemi parçalar.
1 Şerif Aktaş, Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Akçağ Yayınları, 2. Baskı, Ankara 1991, s.15.2 Jeremy Hawthorn, Roman Analizi (Çev: Ufuk Köse, Özge Gümüş, Özcan Bayrak) Kesit Yayınları İstanbul 2014, s.20-21.
3 Fatih Tepebaşılı, Roman İncelemesine Giriş, Çizgi Kitabevi, Konya 2012, s.48.4 Selçuk Çıkla, “Romanda Kurmaca ve Gerçeklik”, Hece, Yıl 6, Sayı 65/66/67, Mayıs/Haziran/Temmuz 2002, s.111-129.5 Hilmi Uçan, Yazınsal Eleştiri ve Göstergebilim, İz Yayıncılık, İstanbul 2015, s.58.6 Hasan Boynukara, Romanda Bakış Açısı ve Anlatılış, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1997, s. 14/35/47.7 Sevim Kantarcıoğlu, Yakınçağ Tarihimizde Roman, Paradigma Yayınları, İstanbul 2008, s.4-10.
8 Mehmet Tekin, “Bir Kurgu Sorunu Olarak Bakış Açısı”, Hece, Yıl 6, Sayı 65/66/67, Mayıs/Haziran/Temmuz 2002, s.164-173.
9 Mustafa Apaydın, “Biyografik Romanlar ve Türk Edebiyatında Biyografik RomanınGelişimi Üzerine Bazı Gözlemler”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7, Çukurova 2001, s.165-173.10 Mehmet Tekin, Roman Sanatı I, Ötüken Yayınları, İstanbul 2001, s.79-80.
11 Mehmet Emin Erişirgil, Bir Fikir Adamının Romanı Ziya Gökalp, 3. Baskı, Nobel, Ankara 2007, 181s.
12 Mehmet Emin Erişirgil, İslâmcı Bir Şairin Romanı Mehmet Akif, 3. Baskı, Nobel, Ankara 2006, 391s.13 Hıfzı Topuz, Çılgın ve Özgür, Remzi Kitabevi, Haziran 2014, 254s.14 Hıfzı Topuz, Başın Öne Eğilmesin, Remzi Kitabevi, İstanbul 2014, 264s.15 Sevda Kıdeyş, Mısır Apartmanı, Paradoks Yayınları, 1. Baskı, Şubat 2014, 311s.16 Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Uzak Ülke, Profil Yayınları, Aralık 2013, 344s.17 Adem Çevik, Vatana Adanan Ömür Mehmet Akif, Sütun Yayınları, İstanbul 7. Baskı, Mart 2013, 200s.18 Mehmet Öklü, Kimseye Etmem Şikâyet, Doğan Kitap, İstanbul, Nisan 2013, 240s.19 Beşir Ayvazoğlu, Bozgunda Fetih Rüyası, Kapı Yayınları, İstanbul 2006, 415s.20 Aziz Erdoğan, Abide Şahsiyet Mehmet Akif Ersoy, Yağmur Yayınları, İstanbul 2010, 184s. Kaynak :Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, sayı :33