Prof.Dr.Hilmi ÖZDEN

Prof.DR. Hilmi ÖZDEN
Mustafa Kemal’in anlatacakları daha bitmemişti. Fakat tren yavaş yavaş, kavurucu sıcak içinde bozkırdaki Ankara’ya yaklaşmıştı. Ağustos ayında boncuk boncuk terleyen Paşalar ve genç subaylar Mustafa Kemal’in anlattıkları ile daha da yanmıştı. İsmet Paşa gömleğinden gevşettiği düğmelere yenisini eklemişti. Mustafa Kemal’in anlattıklarına bir tek Fevzi Paşa hayret etmemişti. Çünkü oda Yeniçeriliğin kaldırılmasını tetkik etmiş araştırmıştı. Bildikleri Mustafa Kemal’in özetlediği tarihin bu acı sayfasından farklı değildi. Ankara’da onları dostları karşıladı. İki Serdengeçti Giresunlu muhafız eski demiryolu şirketi olan direksiyon binasının önünde bekliyorlardı. Mustafa Kemal Paşa zaman zaman burayı çalışma yeri hem de ev olarak da kullanıyordu[1]. Bugün burada kalmayı düşündü. Fevzi Paşa, İsmet Paşa ve diğer yol arkadaşları ile tek tek sarılarak ayrıldılar. Eskişehir yolculuğunun büyük ağırlığı üstünde idi. Direksiyon binasında üstünü değiştirdi. Ilık su ile yıkandı ve abdest tazeledi. İki rekat namaz kıldı ve Rabbine dua etti. Seccadeyi topladı sedire biraz uzandı dinlendikten sonra kalktı.


Gözlerimin yaşına bak
Düşman bizi esir etmiş
Şu feleğin işine bak"
Mustafa Kemal puslu bir Ankara günü gözlerini hafif kısmış alabildiğine uzaklara bakıyordu. Alçak tepelerin kuzeyden çevrelediği şehir paşaya güven veriyordu. Toprak evler, dar sokaklar, kiremit çatılı camiler ve minareleriyle bir Balkan kasabasını andırıyordu. Hacı Bayram Camii diğerlerinden ayrı bir tepe üzerinde duruyor, arabacıların yoğun olduğu Saman pazarı yokuşuna kurulmuş pazar yavaş yavaş tenhalaşıyordu. Emir Subayına biraz alış veriş yapıp kendisinden ayrılacağını söyledi. Emir subayı “başüstüne komutanım” dedi. Paşa önce Hakimiyet-i Millîye gazetesine uğrayarak yazısını bıraktı. Çalışanlarla biraz sohbet etti. Derme çatma matbaa makineleri İstanbul’dan gizlice develerin sırtında getirilmişti. Bu gazete yıllarca Millî Mücadele’nin sesi olacaktı. Matbaa dizgisinde kullanılan kurşundan harfler düşmana kurşun gibi sözler yazıyor halka adeta kalkan oluyordu.
Read more ANKARALI ARABACI İSMAİL VE MUSTAFA KEMÂL - 5 Yorum yaz (0 Yorumlar)
Mustafa Kemâl’in sabah ilk işi kendi maaşından yahut gerekirse borç alarak Arabacı İsmail Efendiye bir at alıp hediye etmekti[1]. Sabah ona zor olmuştu. Saman pazarında atların satıldığı bir hana gitmiş hayli yüklü paraya güzel bir at almıştı. Akşama vakit geciktirmeden götürmek isteyecekti. Fakat her taraftan isyan ve savaş haberleri geliyor, meclis toplantı üstüne toplantı yapıyordu. Atı yaveri ile hediye olarak kabul etmesini söyleyerek Ankaralı Arabacı İsmail’e gönderdi. Kendisi de en kısa zamanda uğrayacaktı.
Küçük Mustafa Kemal, Topçu Kolağası Mehmet Tevfik ve Yüzbaşı Mustafa Beyler Ak Hocanın vaaz verdiği camiye vardıklarında cami dolmaya başlamıştı. Ak Hoca, Seyyid Hoca’nın talebesi idi. Seyyid Hoca’yı Balkanlarda bilmeyen yoktu. Her tarafta öğrencileri mevcuttu. 1813’de Mısır’da dünyaya gelmiş 1887’de Usturumca’da vefat etmiş ve istirahatgahı orada idi. Bir çok alim ve ariften ders almıştı. Seyyid Hoca, Hanefî fıkhı ile Maturidî akaidine sıkı sıkıya bağlıydı. Nakşîbendî, Halvetiyye-i Şabaniyye, Ekberiyye, Üveysiye gibi birçok tasavvuf yolunun seyri sulukundan icazetnamesi vardı. 1843 yılında Hacca gittiğinde ise Trabzonlu Mustafa[1] Efendiye intisap etti. Melâmet neşesini onunla tamamladı. Dini ilimlerin zahir ve batın her cihetine hakkıyla vakıf oldu. Trabzonlu Mustafa, Ahmed Yesevi’den Hacı Bayram-ı Veli’ye gelen Horasan Türk tasavvuf anlayışının temsilcisi idi. Seyyid Hoca, düşünce, hayat ve eserlerinde vahdet-i şuhud ile vahdet-i vucud’u tevhit etti.
Yunan ilerleyişi ve iç isyanlar sebebiyle Ankara Hükümeti bunalmıştı. Millî Kurtuluş Savaşı dönemindeki isyanlar tarih itibariyle, Mustafa Kemâl’in Samsun’a çıkışından sonraki zamana rastlamakta ve ünlü Dürrizâde[1] fetvasının yayımlanması ile Kuva-yı Milliyeyi rahatsız etmekteydi. Dürrizade Abdullah’ın fetvası diyordu ki: “Dünya nizamının sebebi olan İslâm Halifesi Hazretlerinin (Yüce Allah onun hilâfetini kıyamet gününe kadar sürdürsün) idaresi altında bulunan İslâm beldelerinde bazı şerir şahıslar aralarında birleşip ve kendilerine reisler seçerek, Padişah’ın sadık tebaasını hileler ve tezvirler ile kandırmaya, Padişah’ın yüksek emirleri olmadan asker toplamaya kalkışıp, görünüşte askeri iaşe ve teçhiz bahanesiyle ve gerçekte mal toplama sevdasıyla kutsal şeriata ve Padişah’ın emirlerine aykırı olarak birtakım salma ve vergiler kesip, çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mallarını ve eşyalarını yağmalamak ve bu yoldan Allah’ın kullarına zulmede gelmeye ve suçlar işlemeye, memleketin bazı köyleri ve bölgelerine hücum ile tahrip, yerle bir etmek, Padişah’ın sadık tebaalarından nice mâsum kişileri kati ve masum kanları döktükleri, müminleri emiri olan Padişah emrinde bulunan bazı dinî, askerî ve mülkî memurları kendi başlarına azil ve kendi hempalarını tayin, hilâfet merkeziyle memleketin ulaştırma ve haberleşme yollarını kesmek, devletçe gönderilen emirlerin yapılmasını yasaklamak, hükümet merkezini diğer bölgelerden ayırmak suretiyle halifelik otoritesini kırmak ve zayıflatmak maksadıyla yüksek halifelik makamına ihanet etmek suretiyle imama itaatten dışarı düşmekle, Devlet-i Aliye’nin nizam ve düzenlerini, memleketin asayişini bozmak için yalanlar yaymakta, halkı fitneye sevk ve fesada gayret etmekte oldukları açıklanmış ve gerçekleşmiş olan adı geçen reisler ile aveneleri ve onlara bağlı olan kimseler mertebesinde bulunup, dağılmaları hakkında gönderilmiş bulunan yüksek emirlerden sonra, hâlâ inat ve fesatlarında direnirler ise, adı geçen kimselerin kötülüklerinden memleketi temizlemek ve zararlarından halkı kurtarmak vacip olup ‘Fekatilu elleti tebga hatta tefaa il emerillah’ âyet-i kerimesi gereğince katilleri ve gerekirse kitle halinde öldürülmeleri meşru ve farz olunur mu? Beyan buyrula! Cevabı budur: Gerçeği Allah bilir ki, olur. Dürrizâde Esseyyit Abdullah tarafından yazıldı. Böylece Padişah’ın ülkesinde savaş kudretleri bulunan Müslümanların, adil halifemiz ve imamımız Sultan Mehmet Vahdettin Han hazretlerinin çevresi etrafında toplanıp bunlarla çarpışmak için yapılan davet ve emirlerine koşup adı geçen eşkiyalar ile savaşmaları vacip olur mu? Beyan buyrula! Cevabı budur: Gerçeği Allah bilir ki, olurlar. Dürrizâde Esseyyit Abdullah tarafından yazıldı.
Yüzbaşı Mustafa ve küçük Mustafa Kemál birlikte Selânik'e dönüyorlardı. Bu arada tren yolunun yanındaki ağaçları gözü yakalamaya çalışıyor, fakat mümkün olmuyordu. Aile büyüklerinden ve özellikle annesinden dinledikleri ile kendi yaşadıkları zihninde tren rayındaki vagonlar gibi geçerek ilerliyordu:
1810 yıllarında birkaç aile Vodina kazasının batısında bulunan Sarıgöl nahiyesinden gelerek Selânik'e yerleşmişti. Sarıgöl'de oturanlar, aslen Türkmen olup, Tesalya'nın fethinden sonra, Anadolu'dan bu havaliye getirilerek yerleştirilmişlerdi. Bu aileler son zamanlara kadar kılık kıyafetlerini, hattâ yaşayış tarzlarını hiç değiştirmemişlerdi. Sarıgöl'e yerleşen ailelerden birinde Feyzullah adında bir çocuk da vardı. Feyzullah'a tarih kitaplarında bir gün kendisinden bahsedileceği söylense idi muhakkak ki güler geçerdi. Nereden bilebilirdi ki, sülâlesinden Mustafa Kemál adında bir genç kumandan çıkacak ve bütün dünyanın nazarlarını kendi üzerine çekmesini bilebilecekti.
Read more ANKARA'LI ARABACI İSMAİL VE MUSTAFA KEMÂL - 6 Yorum yaz (0 Yorumlar)