Feride TURAN
Feride Turan
"Bugün dünya birbirine zıt iki yere parçalanmıştır: zalimler ve mazlumlar. Niçin bu insanlardan birisi parasının gücü ile sanat öğrensin, eğitim alabilsin; diğeri ise bütün bunlardan mahrum olsun? Niçin şehirlerde zengin çocuklar okusun, hekim-mühendis olsun; işçi ve köylülerin çocukları ise eğitimsiz kalsın? Niçin zenginler her gün tiyatroya gidebilsin, işçi ise bütün gün ağır işte çalışsın ve evine zar zor yetişip kuru yerde yatsın?"
Bu sözler Neriman Nerimanov’a aittir. Yani Azerbaycan edebiyatının ünlü yazarı, doktor, gazeteci ve Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin ilk devlet başkanına…
Read more SAYI 23- NERİMAN NERİMANOV'UN "TERCÜMAN"I Yorum yaz (0 Yorumlar)İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif, bir kıtasında yüreklerimizi burkan şu ifadelere yer vermiştir:
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlâyı da, er geç, silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?
Ajanmış Millî Şairimiz! “Bugüne kadar göklere çıkardığımız tarif dışı bir Mehmet Akif” varmış. Çok değil birkaç yıl evvel devletin televizyonunda bir akademisyen, Mehmet Akif’i “millî şair” kabul etmenin çelişkiye düşmek olduğunu söyleyerek ona dair “tarif dışı(!)” bilgiler vermişti.
Pervane, bir âşık… Diğer meşhur âşıklardan çok farklıdır o. Ne bülbül gibi bir damlacık göğsünde kıyametler koparır ne de serviye âşık kumru gibi durmadan söylenir. Sessizce, gürültü etmeden can veren âşıktır pervane. Sevmek sessizliktedir çünkü. Bağırarak sevilmez, görünerek de sevilmez. Gönül aşk iddiasında ise, hele bir de pervane kesildiyse o hâlde sessizce yanmasını bilmelidir.
Eğitimci şair Lütfü Kılıç, Cumhuriyet’imizin 98. yıl dönümüne özel yazdığı marşı bayram tebriğiyle birlikte cumamızı da hayırlayarak sosyal medya hesabı üzerinden paylaştı. Ruhumuzu kanatlandıran bu marşı; söz kılıcı keskin bir şairin kaleminden çıkmasından öte, bir eğitimcinin yüreğinin sesi olması dolayısıyla ayrıca önemsiyorum. “Cumhuriyet Marşı” adını taşıyan ve 14’lü hece ölçüsüne sahip şiir, evvela Cumhuriyet’in hangi temeller üzerinde yükseldiğine dikkat çekiyor.
“Tarihî çeşmeler zamanın gözleridir. Geçmişten geleceğe bakarlar. Hiç ummadığınız bir köşe başında bile tarihin şahitleri olarak karşınıza dikilirler. Siz önünden geçip gidersiniz, siz bu dünyadan göçüp gidersiniz ama onlar, şair Sezai Karakoç’un dediği gibi “ölümsüz bir uygarlığın ölümsüz kitâbeleri”dir.
Böyle demiştim bir yazıma başlarken. Türk Edebiyatı dergisinde 2018 Ağustos’unda yayınlanan “Odunbazarın Çeşmeleri: İki Gözü İki Çeşme” başlıklı yazımda Romantizm içeren bu cümlelerin, başa düşen bir saksı Realizminde gerçek olacağını hesaplamamıştım doğrusu.
Read more TARİH GEZGİNİ: SAYI 21- MERHABA ÇERKEZ ÇEŞMESİ! Yorum yaz (0 Yorumlar)Bu iddialı sözün altında “Nâşir ve Muharrir İsmail Gasprinski” imzası var. Yani Türk dünyasının “dilde, fikirde, işte” birliğine hayatını vakfetmiş Gaspıralı İsmail Bey’in imzası…
“İnat Kuça”nın önünde, onun öyküsünü rehberimizden dinlerken az geride bir gürültü bütün dikkatimizi kendi üstüne çekti. Caddenin kenarında oturan bir dede, elindeki bastonunu sinirle kafilemizden birine sallıyordu. Durumu anlamak için hızlı adımlarla birkaç saniye içinde bastonun vuruş menziline biz de girmiştik. Biz menzile girmiştik girmesine ama bastonun hedefi başkasıydı ve aksakallı, temiz giyimli bu dede; bastonunu salladığı hızda Boşnakça bir şeyler söylüyordu. Lakin arada “Allah” kelimesi dikkatimi çekti. “Ne söylüyor acaba?” diye merak içinde rehberimize sordum. “Hocam, biri ‘bay bay’ demiş, ona kızmış.” Meğer “Bay bay, deme, Allah’a emanet, de!” cümlesini tekrar tekrar söylüyormuş, belki düşünüp öğüt alırız diye.
Derviş sabrıyla çıkılan, güllerin sardığı bir tepeden baktım sana. “Toprağı gül, taşı gül; kurusu gül, yaşı gül” bir bahçenin içinden baktım. Bir yaz günü Tuna’dan kafilelerle geçtiğimizde, bu Avrupa şehrinde Tuna nehri gibi gurbette akıyordu yüreğim. “Buda” ile “Peşte” arasında mahzun duran Tuna’nın hüznü kapladı içimi. Türk’ün ve Tuna’nın kaderinde, kederinde gurbetlik var zira. Bir ağacın gölgesinde dinlenmiş kadar kısa ömrümüzde yalnızlığa yürürken dünyanın kendisi gurbet değil midir zaten?
İlk kez Taşkent havaalanında gördüğüm bu söz; Özbekistan’da geçireceğim beş gün boyunca caddelerde, parklarda, insan gözünün değeceği her yerde karşıma çıkacaktı. Gönlüme âşina bu cümleyi nereden hatırlıyorum acaba, diye fikrim meşgulken Buhara’da dut ağaçlarıyla sarılı bir avlunun ortasında, rüzgârın değdiği yaprakların hışırtısı arasında huzurla ve Huzur’da durduğum bir anda hatırıma bir beyit düştü:
“Hüner bir şehir bünyâd eylemektir
Reâyâ kalbin âbâd eylemektir”
Özbekistan’ın her şehrini güzelleştiren “Âbâdlık gönülden başlar” sözüne beni aşina kılanın bu beyit olduğunu o an fark ettim. Fatih Sultan Mehmed Vakfiyesinde yazılı bu beyte göre asıl hüner, şehri imar ve iskân ederken halkın rızasını kazanmaktır. “Âbâdlığın gönülden başlaması” ve asıl hünerin “reâya kalbinin âbâd” edilmesi aynı manaya kapı aralayan niyetlerdir. Araya kilometreler, sınırlar ve asırlar girse de fıtrat değişmemiştir. Bu sözleri nostalji duygusuyla söylemek de mümkündü; ancak “Türk Dünyası Kültür Başkentliği” gibi tarihî bir sürece tanıklık eden Eskişehir için bu sözler; yaşamın bir parçasını, şehrin gündemini ifade ediyordu.
Read more ÂBÂDLIK GÖNÜLDEN BAŞLAR Yorum yaz (0 Yorumlar)