Bunu okudun 0%

Saz şâirlerini lüzumundan fazla tekdüze, lüzumundan fazla sâde, bir kelime ile bayağı buluyordum. Divan edebiyatına gelince; bu edebiyatın kendisine mahsus Cachet’si, bedi ve beyan kaideleriyle tespit edilmiş teşbih, istiare, mecaz vesairesi, klişeleri; gül deyince arkasından bülbül; gülşen, bahar, sabâ, bâde deyince, yine arkasından bezm, sâkî, mahbûb, cânân, sâgar ve piyâle kelimelerini sıralaması, nihayet biteviye aynı temaları, aynı düşünceleri gevelemesi, en büyüklerinde bile beni deli edecek kadar iğrendiriyordu. ”
Bu sözleri, Burhan Toprak, “Yunus Emre Divanının ön sözünde söylüyordu. Söylüyordu ama, maksadı, topyekûn bizim edebiyatımızı hakir görmek, kötülemek değil, Yunus Em-re’ye olan aşırı sevgisini belirtmek için, diğer şâirlerimizle onu mukayese ediyordu.
Nitekim, aynı eserde, Nef’i’nin ve diğer divan şâirlerimizin bir kısım bayağı mısralarından örnekler verdikten sonra, kabul ediyordu ki, “Divan edebiyatının bu ahlâk ve sefaletini ve mânevi hiçliğini unutmak elden gelse, yine sevilecek birçok şairler, okunup ezberlenecek birçok gazeller bulmak mümkün."
Andre Gide, muhayyel öğrencisine şöyle seslenir:
“ Öyle bir kitap yazmak istiyorum ki, yalnız kendi coşkunluğunun pırıltılarını görüyorum sanasın. Sana yakınlaşmak ve senin tarafından sevilmek istiyorum."
İşte, Yunus Emre böyle bir eser meydana getirmiş ve sanki Burhan Toprak a, öylesine içten ve öylesine samimi bir hitapta bulunmuş olmalı ki, Burhan Toprak, “Ben o divanda, yalnız kendi coşkunluğumun yankısını görüyordum. O, benden bana gelen bir ses gibiydi; bu yüzden onu çok sevdim. Gün geldi, yedi asırdan beri Türkçe konuşulan memleketler üzerine gölgesini yayan bu büyük şâirin, Azerbeycan dan Macaristan’a kadar, câhil, âlim, şeyh, kâfir, mümin herkes tarafından, hiç olmazsa birkaç parçasının ezberlendiğini öğrendim, şaşmadım. Âşık Paşalardan, Kaygusuzlardan, Necip Fazıl’a kadar, sayısız şâirler üzerinde etkisi olduğunu gördüm, yine şaşmadım. ” demektedir.
Hor bakma sen toprağa Toprakta neler yatur Kani bunca evliya Yüzbin Peygamber yatur.
“ Toprak” soyadını, Yunusun toprak ve ölüm hakkında-ki bu engin düşüncesinden alan üstâd, bilindiği gibi daha önceleri “.Ümit” soyadını taşıyordu.
Doktor Ali Rıza Beyin oğlu olan ve 1906’da Manisa’nın Demirci kasabasında dünyaya gelen Burhan Toprak, İzmir’de
Fransız ve Amerikan okullarında okumuş, İzmir Lisesini bitirdikten sonra Paris’e giderek Sonbonne’da felsefe lisansını yapmıştır. 1930’da yurda dönerek Güzel Sanatlar Akademisinde Sanat Tarihi okutmuş, üç yıl Millî Eğitim Bakanlığı Müfettişliğinde bulunduktan sonra, 1936’da ressam Namık İsmail Bey’in vefatı üzerine Akademi Müdürlüğüne tayin edilmiştir. 1931’de Mareşal Fevzi Çakmak’ın kızı Muazzez klanımla evlenen Burhan Toprak, bu ilk eşinin 1939’da vefatı üzerine ikinci defa evlenmişti. Gümüşsüyü’ndaki dairesinde mütevazı bir hayat sürerek ömrünü tamamlamış ve 1967’de ölmüştür.
Paris’te iken Mükrimin Halil ve Necip Fazıl gibi şahsiyetlerle yakından temas kurmuş, “ölüm fikrini bir korku konusu değil, metafizik bir düşünce haline koymaya” tâ o zaman başlamıştı. Ve hep bu konuları işleyen, Pascal, Andre Gide, Baru-zi, Wilde ve Massignon gibi yazarları seçmesi de, bu düşüncesinde tekâmüle ermenin kaygusundan doğuyordu. Fakat onu esas mistisizme ve tekâmüle eriştiren, hiç şüphesiz ki Yunus Emre olmuştur.
Yalancı dünyaya konup göçenler Ne söylerler ne bir haber verirler Üzerine türlü otlar bitenler Ne söylerler ne bir haber verirler
diyen Yunus Emre, gerçekten Burhan Toprak’ın iliklerine kadar işlemiştir.
“Ölmek ve tekrar dirilmek, yeniyi bulmak, yeniyi, büyük yeniyi ve ebedî yeniyi bulmak; bütün mesele bundadır” dediği mistik bir ahlâk kitabı olan “Ballar Balını Buldum” da. Yunus Emre ve Tolstoi’ya bağlılığını gösteriyordu.
Paris’te yazmaya başladığı ve ilk eseri olan “Mehmetçik” adlı romanını bir türlü bitiremediğinden yakınırdı. Fakat, kendisini asıl hedefine ulaştıran “Türk mistiğinin dehâsını ve kendi ölüm felsefesine cevap veren insanı” Yunus Emre’yi bulmuş ve Kilisli Rifat Hoca’nın yardımıyla, üzerinde yirmi yıl çalışarak meydana getirdiği “Yunus Emre Divanı ”nı, Türk Edebiyat Tarihine ve fikir hayatımıza kazandırmış olmanın engin huzurunu duymuştur.
Onun, liselerde ders kitabı olarak okutulan “Sanat Tari-hi”ve Andre Gide’nin “Dar Kapı”sından başka, tercümeleri arasında, Epiktetos’un “Düşünceler ve Sohbetier”i, Ch. La-los’un “Estetik”i, L. Hourticg”in “Sanat Şaheserleri” ve L. Massignon”un “Din ve Sanat”ı ile G. Migeon’un “İslâm Sanatları” isimli nefis eserleri bulunmaktadır.
Ayrıca Oscar Wilde’dan tercüme ettiği ve Andre Gide’in Wilde’a ait hatıralarını da ihtiva eden “De Profundis” de, onun ölüm düşüncesinden doğan mistik ruhla ne kadar kaplı olduğunu göstermesi bakımından önemlidir ve bu kitap üçüncü defa basılmıştır.
1954’te, Müderris Fehmi Yahya Tuna’nın müdürü bulunduğu İstanbul Gazetecilik Yüksek Okulunda, “Sanat Tarihi” dersimize gelen ve geniş kültüründen sonra derece istifade imkânını bulduğumuz Burhan Toprak’ın, o zarif hâlini, bembeyaz saçların altındaki o ince uzun ve hep mütebessim yüzünü, esprilerle dolu söz ve sohbetlerini hatırlıyorum.
Yunus Emre’nin aydınlattığı aşk ve iman yolunda, yorulmadan yürüyen Burhan Toprak'ın, ahirette de ebedî kurtuluşa nail olmasını dileriz.Orta Doğu Gzt.: 16 Şubat 1991.