Bedenimiz üzerindeki kontrol ve etkimiz konusunda kendimizi küçümsüyoruz. Bizler kalbimizin, midemizin kendiliğinden çalıştığını ve onların üzerinde bir kontrolümüz olmadığını düşünüyoruz, oysa yapılan araştırmalar bunun tam aksini gösteriyor. Duygularımızın oluşum mekanizması ve değiştirilebilme kapasitesi hakkında pek fazla bilgiye sahip değiliz. Bize ait olduğunu düşündüğümüz birçok korku, öfke, sevinç duygularının aslında taklit yoluyla öğrendiğimiz, belki de bir başkasının duygulanımları olduğunun farkında değiliz.
Ne güzel ki duygulanımlar ve duyguların dışa vurumları yeniden öğrenilebilir, öğretilebilir, değiştirilebilir. Kontrolümüz altında olmadığını düşündüğümüz duygu ve düşüncelerimizi açığa çıkarmak ve olumsuz duyguların yaratacağı çöküşü yaşamaktan kurtulmak için yollarımız var. Gülmeyi kullanarak düşüncelerimizi, duygularımızı ve algılarımızı değiştirebiliriz.[48] Bizler özellikle baş edemeyeceğimize inandığımız durumlar ve anlarda stresin yarattığı olumsuzluklarla karşı karşıya geliyoruz. Stresli iken algılarımızı kapatıyoruz ve bundan bağımsız olarak yaşamaya başlıyoruz. Bu da bize değersizlik hissi vererek içinde bulunduğumuz stres döngüsünü iyice koyulaştırıyor. Diyelim ki bir partiye gittiniz. Şıksınız ve etrafınızdaki herkes sizinle ilgilenmek için sırasını bekliyor. Yanınızdan geçen sakar biri üzerinize içki döküyor ve etrafınızdakilerin gülmelerine maruz kalıyorsunuz. Parti daha yeni başlamış ve siz sabaha kadar eğleneceğinizi hayal ederek oraya gelmişken, birden kendinizi kötü hissedip partiden ayrılmak istiyorsunuz. Size gerçekten yardımcı olmak isteyen arkadaşlarınızı azarlıyorsunuz ve arabanızı kullanırken öfkelisiniz. Eve geldiğinizde ailenize kötü davranıyorsunuz, belki de ertesi gün partideki hiç kimse ile karşılaşmak istemiyorsunuz. Bu aksiliğin etkisini birkaç gün üzerinizden atamıyorsunuz. Bu belki basit bir örnek ama yaşanılan böylesi bir olumsuz durum sizin birkaç saatinizi, birkaç gününüzü ya da birkaç haftanızı kendinizi kötü hissederek geçirmenize neden olabiliyor. Eğer orada kendinize gülmeyi başarabilseydiniz, diğerleri ile gülebilseydiniz belki de o parti anılarınız arasında katıldığınız en çılgın ve eğlenceli parti olarak kalacaktı.[49] İşte bu noktada kötü hissettiğiniz böylesi durumları, gülme ile nasıl değiştirebileceğinizin fizyolojik açıklaması: Gülme, peptit havuzuna değişik kimyasallar salgılama potansiyeline sahiptir. Gülme peptit akımını değiştirerek daha olumlu hatıraları, kendimizle ve başkaları ile ilgili daha olumlu duyguları tetikleyebilir. Stresli durumu bir çöl olarak hayal edin ve onu geçmeye çalıştığınızı düşünün. Hava çok sıcak ve ter içindesiniz, aşırı derecede susamışsınız ve kendinizi güçlükle taşıyorsunuz. Birden gülme bir vaha gibi karşınıza çıkıyor, serin havuza kendinizi atıp tazeleniyorsunuz. Çölü geçmek için yolculuğunuza yine huzur içinde tazelenmiş bir insan olarak başlıyorsunuz. Adımlarınız hafif ve daha enerjik; kendinizi yaratıcı hissediyorsunuz. Bütün umutlarınız yeniden yeşermiş. Nasıl bazen ağlamak bize stresli durumla daha iyi baş etmemiz konusunda yardımcı olursa, gülme de aynı etkiyi yapar. Her ikisi de emosyonların birikmesinin önüne geçer ve peptit akımını sağlar, birinde ağlayarak o duyguyu boşaltırsınız, diğerinde gülerek...[50]
Eskiden otonom sinir sistemimiz tarafından yönetilen kalp hızı, vücut ısısı gibi fonksiyonlarımız üzerinde insanın kendisinin hiçbir fonksiyonu olmadığı düşünülürdü. Ancak son deneyler, bir insanın bu tür vücut fonksiyonları üzerinde kontrolü olabileceğini göstermiştir. Candace Pert, Emosyon Molekülleri (Mollecules of Emotion) adlı kitabının "Hissettiklerimizi Niçin Hissediyoruz" bölümünde, bir insanın ellerinin sıcaklığını 5-10 derece yükseltme yeteneğinin olduğunu kayıt altına aldıklarını ve bu deneyimi yaşayan kişilerin vücutlarında gerçekleştirmiş oldukları bu değişikliğin farkında olduklarında, o anı düşünerek, aynı deneyimi fizyolojik olarak yeniden oluşturabileceklerinden bahseder.[51] Norman Cousins dirseğini kırmıştı; doktoru dirsek kanlanmasının az olduğu için iyileşme sürecinin uzun olacağından söz etmiş. Norman Cousins her gün 20 dakika süre ile dirseğine kan aktığını hayal etmiş. Sonuç dirseğinin rekor sürede iyileşmesi olmuş. Bu olay, bilincimizi fiziksel yapımızı değiştirmekte kullanabileceğimizi gösteren iyi bir örnektir. Mizahı anlamakta da bilincimizi kullanıyoruz. Mizaha verdiğimiz fiziksel tepki olan gülme, bedenimizde vücut sağlığımız için yararlı olan bazı değişiklikler olmasına neden olmaktadır.[52] Duygularımızı ifade etme şeklimiz başkaları ile iletişimimizde çok önem taşır, bu ifadelerin çoğu otomatik cevaplardır. Sevmediği bir yiyecek verilen çocuğun ifadesi iğrenmektir. Bunu anlamak ve değerlendirmek kolaydır. Duyguların mimiklerimizle ifade edilmesi, birbirimize uygun tepkiler vermemize olanak tanır. Yalnız bu duyguların ifadelerinin algılanması ve buna uygun tepki verilmesi her zaman bu örnekte göründüğü kadar basit değildir. Bir insan çok üzgün görünüyorsa, ayakkabısı ile ilgili şaka yapmak için uygun bir zaman olmayabilir ya da tam aksine bu onun ihtiyacı olan şey de olabilir. Yüz ifademiz duygularımızı sergileyebileceği gibi saklayabilir de. Duyguların ifadelerinin saklanmasına bir örnek olarak poker yüzü verilebilir. Poker yüzü deyimi, poker oyunu sırasında elleri ne kadar iyi ya da ne kadar kötü olursa olsun, aynı yüz ifadesini koruyan insanlar için kullanılır. Bu kontrolün bir kısmı bilinçdışıdır, bir kısmı başka insanları seyrederek geliştirilebilir. Bazı insanlar mutlu bir yüz ifadesi takınmakta çok başarılıdır. Bu yetenek seyirciye duygularını yansıtmak için yüz ifadelerini kullanan oyuncular için çok faydalıdır, insani duyguları yansıtmak için hazırlanan bilgisayar programları, en zor hazırlanan türdür, insan yüzünde çok sayıda duygu yansıtan kas mevcuttur. Kasların gerçek simülasyonu ancak kafatası yapısı üzerindeki kasın hareketlerini, çene rotasyonunu ve cildin esneme ve katlanma özelliklerini taklit ederek yansıtılabilmiştir. Bu çalışmalar bize önemli bilgiler sağlamıştır.[53]
Araştırmalar yüz kaslarımızı özel ifadeler vermek üzere manipüle etmenin, ruh halimizi etkilediğini göstermiştir. Ruh halimiz gülmeye uygun olmasa bile gülerkenki yüz ifademizi kullanmak, gülüyormuş gibi yapmak vücudumuzda aynı duyguları yaratmaktadır. Bunun çok önemli bir güç olduğu ortadadır, eğer kendimizi daha mutlu bir ifade takınmaya zorlarsak, bu bir süre sonra daha mutlu hissetmemize yardımcı olacaktır, gülümser bir ifade takınmak da gerçekten gülümsememize bir zemin hazırlayacaktır. Ayrıca güldüğümüz zaman yüzümüzde oluşan mutluluk ifadesi, etrafımızdaki kişilerle iletişim kurmamızı kolaylaştırarak artı bir kazanç sağlar. Strack, Martin ve Stepper yaptıkları çalışmada deneklerden, bir kalemi ya dişleri arasında dudaklarına dokundurmadan ya da sadece dudakları ile tutmalarını istemiş. Bu hareketler yapıldığında oluşan yüz ifadesi, gülme sırasındaki yüz ifademizi sağlıyor. Bir kontrol grubuna da kalemi sadece elleri ile tutmaları söylenmiş, daha sonra deneklere karikatürler gösterilerek bunları ne derece komik buldukları sorulmuş. Kalemi dişleri ile tutanlar karikatürleri kontrol grubundakilere göre daha komik bulmuşlar. Araştırmacılar sadece yüz kaslarını manipüle ederek deneğin modunun değiştirilebileceğini ve gülmeyi simüle eden yüz hareketlerinin komiklik skalasını artırdığını saptamıştır.[54]
Vücut dilimiz de tıpkı yüz ifademiz gibi duygularımızı ifade etmemizi sağlayan otomatik bir reaksiyondur. Bir insanın yaşadığı duygulan duruşuna, hareketlerine, jestlerine bakarak ya da sesinin tonundan çok kolay tanımlayabiliriz. İletişim sırasında ağzımızdan çıkan sözcüklerin anlamından daha ziyade söylediklerimizi vurgulamak için kullandığımız beden dili akılda kalmaktadır. Bu durum, duyduklarımızdan daha çok gördüklerimizi hatırladığımızı göstermektedir. Birini dinlerken olumlu vücut dili kullanmak, dinlediğimiz insana ya da konuşmasına ilgi duyduğumuzu gösterir. Bir olaya ilgi duyuyorsak daha fazla hareket yapma eylemine gireriz. Düz ses tonu, kısıtlı hareketler ilgisizliğin işaretidir. Yine de başkalarının vücut dilini yorumlarken dikkatli olmak zorundayız, vücut dili durumlar ve kişiler arasında farklılık gösterir. Kolları çaprazlayan herkes kendini izole etmiş ya da öfkeli değildir. Toplantıda esneyen bir insan da her zaman sıkılmış olarak yorumlanamaz.[55]
Gülme ve Gülme Teorileri
Gülme fizyolojik bir deneyimdir. Belirli koşullar altında ritmik ve sesli bir şekilde gerçekleşen, kaslarımızın kasılıp gevşemesini sağlayan, farklı mimikler yaratmamıza, düzensiz iç çekmelerle solumamıza, yüzümüzün kızarmasına ve nemlenmesine sebep olan bir durumdur. Gülme, vücudumuzdaki birikmiş gerginliği ortadan kaldırır. Gülme, neşe ve mutluluk duygularını ortaya çıkarır. Neden güleriz? sorusuna cevap vermeye çalışan önde gelen üç teori; Üstünlük Teorisi, Uygunsuzluk Teorisi ve Rahatlama Teorisidir.[56]
Üstünlük Teorisi
Üstünlük teorisi, ilk olarak antik çağ düşünürlerinin öne sürdükleri bir teoridir. Günümüzde daha da geliştirilmiştir. Eflatun da buna benzer bir teori ileri sürmüştür. Üstünlük teorisine göre insanın kendini üstün hissettiği geçici durumlar ve eylem anlarında, belirli bir insan ya da karakterde kusur olduğu ya da ortada bir dezavantaj durumu olduğu için güldüğü ileri sürülür. Ünlü bir film yıldızının televizyonda gösterilen basın toplantısında yüzüne pasta atılması, gören herkesin gülmesine yol açar. Durumun ciddiyeti bozulmuş, bir dezavantaj ortaya çıkmış ve ünlü kişinin mükemmel duruşunda bir bozulma meydana gelmiş, durumdaki değişim seyircide bir üstünlük duygusu yaratmış ve bu da gülmeye yol açmıştır. Jose Antonya Jaureg'e göre; duyu organlarımızdan bize, durum ya da kişilerde bir kusur olduğu ile ilgili bilgi geldiği her zaman güleriz. Sosyal bir varlık olan bizlerde, yanlış bir iş yapıldığında hem kendimize hem de çevremizdekilere burada bir hata olduğuna dair sinyal verecek otomatik bir cevap mekanizmamız vardır, örneğin: Bir mezuniyet partisinde elbisenin üzerine sütyen giyen bir adamla karşılaştığımızda yani sosyal kalıpların üzerine çıkıldığında güleriz. Bunlar üstünlük hissini pekiştirir. Ben senden daha iyiyim reaksiyonudur. Gülme evrensel olsa da, gülmeye neden olan sosyal gaflar bir toplumdan diğerine büyük değişiklikler gösterir. Sosyal gafların ardından gelen gülme aynı zamanda bir cezalandırmadır. Benzer bir durumda karşımızdakilere kuralların bozulduğuna dair sinyal vermek isterken; ciddi bir hata yapan ve bu hatadan utanç duyan kişi için ise üzüntü duyarız. Yukarıdaki örnekte anlatılan suratına pasta fırlatılan kişi ya da elbisenin üzerine sütyen giyen kişi bizim yakın arkadaşımızsa onunla ilgili olarak üzülürüz. Bir kültürde aşırı gülmeye sebep olan olaylar, bir başka kültürde hiçbir tepkiye yol açmayabilirler.[57]
Uygunsuzluk Teorisi
Mantıksal alan ortadan kaybolduğunda ve normal şartlarda bir arada bulunmayan olaylar aynı anda ortaya çıktığında mizah doğar ve güleriz. Thomas Veatceh'in öne sürdüğü mizah teorisine göre; bir şeyin mizahi olarak algılanabilmesi için aşağıdaki üç öğenin olması gerekmektedir.
1- Yanlış (Y): Bir şeylerin yanlış olduğuna dair algı vardır. Bir olay olması gerektirdiğinin dışındadır.
2- Normal (N): Olayın gerçekte normal olduğu ve işlerin yolunda olduğuna dair bir algı vardır.
3- Eş zamanlılık (E): Yanlış ve normal aynı anda var olursa, kişinin kafasında aynı anda ortaya çıkarsa, bir uygunsuzluk bir başka uygunsuzlukla neticelenir, mizah oluşur ve gülme ortaya çıkar.[58]
Rahatlama Teorisi
Üstünlük teorisi ile uygunsuzluk teorileri, üstünlük ya da uygunsuzluk duygularının niçin böyle abartılı fiziksel reaksiyonlar oluşturduğunu tam olarak ortaya koymazlar. Freud tarafından ortaya atılan rahatlama teorisi, mizah ve gülme arasındaki bağlantıyı açıklamaya çalışır. Freud'a göre beynimizdeki bazı güçlü sansürcüler, bizi yasak düşüncelerden uzak tutmak için bilinçdışı bariyerler oluştururlar. Bu görüşe göre gülünç olan, yasak düşünce ve duygularımızla ilgili baskıları ortadan kaldırır. Sonuç olarak bir sinirsel enerji boşalması gerçekleşir. Bu enerji boşalımı zevk verici bir deneyimdir. Bunun kanıtı da gülmenin getirdiği iyi duygulardır. Bilincimiz, eğer mizah gibi bir amacımız olmasaydı, şakanın konusu olan yasak konu ile konuşmamıza ya da düşünmemize izin vermeyecekti. Freud mizahı, içsel sansürcümüzü atlattığımız bir yol olarak görmüştür. Sansürü bir şekilde kaldırdığımızda yasak düşüncelerle ilgilenmemize izin verilir. Ayrıca gülmenin; bu yasak konularda düşünmenin ve konuşmanın yarattığı sinirsel gerginliği giderdiği ileri sürülmüştür. Freud, genellikle şakaların çifte anlam içerdiğini söylemiştir. Toplum tarafından konuşulması hoş karşılanmayan kavram ya da cinsel şakaların genellikle o eylem ya da durumu ifade eden sözcük yerine, kabul gören başka bir sözcük kullanılarak konuşulması yaygındır. Bu şekilde bir konuşma, bunu dinleyen kişide kendi içindeki yasak isteklerin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Bunun nedeni sansürcülerin sadece yüzeysel anlamı algılaması, yorum-şakanın içinde saklanmış olan yasak istekleri görememesidir. Freud'un teorileri agresif mizah ve seks ile ilgili şakalar konusunda geçerli görülmektedir. Sansürcü teorisi ayrıca, bir şakanın ikinci kez dinlendiğinde neden o kadar komik algılanmadığını da açıklar. Geçen zaman içinde ya yeni bir sansürcü oluşturulmuştur ya da eskisinin kapsama alanı genişletilmiştir. Bir şakanın başkaları tarafından komik olarak değerlendirilmesindeki anahtar öğe, yeni olması, ilk defa duyulması ve sürpriz faktörü içermesidir.[59]
1960'lı yıllardan sonra gündeme gelen yeni teorilerden biri de, Robert Provine aittir. Laboratuvar ortamında gülme kaybolduğu için Provine araştırmacıları kamuya açık alanlarda dolaştırmış ve gülmekte olan insanların davranışlarını kaydettirmiştir. Araştırma sonucunda gülmenin büyük oranda şakalar ya da öykülere bağlı olarak ortaya çıkmadığı saptanmıştır. Gülmeye neden olan konuşmaların sadece %10 kadarı komik olarak değerlendirilmiştir. Bu açıdan gülmenin sosyal bir fonksiyon olduğunu ve gruptaki bireyler arasında bir bağ oluşturduğunu ileri sürmüştür. Gülmeyi yaratan öğelerden biri de gülmenin kendisidir. TV'de komedi dizilerine gülme dublajı yapılmasının nedeni de budur. Gülme bulaşıcıdır ve salgınlara neden olur. Buna bir örnek; Afrika'da manastırda yaşayan kızlar arasında başlayan gerginlik kıkırdama salgınıdır. Bu gülme salgını bir hafta sürmüştür. 1962 yılında Tanzanya'nın bir bölgesinde meydana gelen gülme salgını iki yıl sürmüş ve bine yakın kişiyi etkilemiştir. Salgın, gülme krizinin meydana geldiği 40 köy karantinaya alınarak durdurulabilmiştir. Kişiler, herhangi bir şey onları kızdırdığında, korkuttuğunda, üzdüğünde, sıktığında ya da strese soktuğunda, duygularını ifade etmek yerine, biriktirmeyi tercih ederler. Gülme, bu duyguları zararsız bir yoldan boşaltmak için iyi bir yöntemdir. Gülme, gerginliğin boşalmasına ve duyguların serbest kalmasına yardım eder. Stres altındaki insanlar, bu nedenle komik bir film izlemeye giderler ya da komedyen izlerler. 'Gülme en iyi ilaçtır sözü de bu nedenle söylenmiştir, böylece insanlar sıkıntılarından kurtulmak için en iyi ilaç gülmeyi kullanmış olurlar.[60]
MİZAH NEDİR?
Mizah (Arapça). Dilimizde eğlence, alay, şaka, latife gibi manalara gelmektedir. Güldürücü söz, durum veya davranış, fıkra, hikâye, resim ve karikatür de ba-zan aynı anlamda kullanılmaktadır. Mizah' in başlıca gayesi güldürme’dir. Ayrıca düşündürebilir de. Güldürücü bir duruma, olaya, görünüşe veya düşünceye tuhaf veya komik denir. Mizah ile insanın ilişkisi mizaca, iklime, kültüre, dil ve âdetlere vb. göre değişir. Ancak mizah her zaman zekâ ile doğrudan ilgilidir. Mizahta güldürme esas olmakla beraber küçük görme bahis konusu değildir. Mizah ve şakanın biraz ağırı alay ve istihzaya götürür. İstihzada gizli ve iğneleyici bir alay vardır. Alay ve istihza'nın ötesinde ise hiciv bulunur. Hiciv'e küçük görme, küçük düşürme karışır. Burada tariz, terzil ve tezyif duyguları hâkim olur. Bu konuda batı dillerinde birbirinden ayrı muhtevaya sahip üç kelime vardır ki yeri geldikçe Türkçe’de de kullanılmaktadır.
1.Hümur: Latince'den gelen kelime, “alışık olunmayan, normalin dışında kalan” davranışlardan, durumlardan veya olaylardan çıkan mizahı karşılar 2. Espri: Fransızca olan kelimenin bizdeki karşılığı nüktedir. Espride gaye bir kişiyi, bir düşünceyi, bir olay veya davranışı “gülünç-duruma sokarak veya gülünç yönünü belirterek başkalarını güldürmektir”. Bu sebeple espride bir “iğneleme” görülür, 3. İroni. Yunanca’dan gelen kelimenin Türkçe karşılığı alaya almak’tır. Burada da espride olduğu gibi bir “iğneleme” vardır. Ancak esprideki zekâ inceliği ve zerafetten uzaktır. Bazan çok kabalaşabilir ve incitici olur. Alaya alınan kimse küçümsenir, alayda ayrıca mübalağaya da yer verilir. Anglosaksonlar daha çok hümur’u. öbür batılılar espriyi tercih edip geliştirmişlerdir. Ancak Oscar Wilde İngiliz olduğu halde eserlerinde daha ziyade espriye yer verir.[61]
Bütün dillerde, sözlükler mizahı, birbirinden az çok ayrımlı olarak anlatsalar da, şu anlayışta hepsi birleşirler: Mizahta gülme varılır; gülme olmayan şey mizah olamaz. Mizahın kökeninde gülmeden başka bi şey aramak doğru olmaz. Ancak bu gülmenin oranı, kasıkları çatlayıncaya dek, katılırcasına gülmekten, bıyık altından gülmeye. gülümsemeye, belli belirsiz gülümsemeye (La Jacond gülümseyişi), gözlerinin içi gülmeye, dıştan hiç belli edilmeden içten gülmeye dek değişir; ama hepsi de mizahın kapsamı içine giren, mizahın konusu olan gülmedir. Böyle olduğu için de, daha Türkçe Sözlük'e girmemiş olmakla birlikte, Arapça mizah sözcüğünü kimi yazarlar "gülmece" olarak özleştirmişlerdir. Gülmece, mizahın Türkçeye çevirisi olarak bizce de uygundur. Bugüne dek pek çok düşünür, bilge, gülmecenin ne olduğu üstüne açıklamalarda bulunmuşlardır. Bunlar incelenirse, çoklukla birbirine uymayan düşünceler olduğu görülür. Somut eşyanın kavramları üstünde bile kesin anlaşmaya varamadığımıza göre, gülmece gibi, toplumlara, sınıflara, uluslara göre ayrılıklar gösteren soyut bir kavram üzerinde anlaşmaya varmamız elbet daha çetindir. Gülmecenin birçok değişik tanımlarının yapılması da bundandır. Çünkü herkes kendi anladığı gülmeceyi tanımlamaktadır. Bu tanımların her biri bir tür gülmeceyi tanımlaması bakımından doğrudur, denilebilir.[62]
Gülmecenin değişik türlerde oluşu, ayrı toplumların ayrı koşullarda bulunmasından, aynı toplumda da ayrı sınıfların bulunmasındandır. Yaşam koşullan birbirine benzeşik toplumların halkları, birbirlerinin gülmecesini daha kolay anlarlar. Hangi ulusun, hangi sınıfın gülmecesi olursa olsun, işlevi güldürmedir; gülmecenin içinde güldürme öğesi (komik) bulunmalıdır. Kierkegaard, komik'i şöyle tanınılıyor : "Komik, yaşamın her aşamasında vardır, çünkü nerde yaşam varsa orda karşıtlık vardır ve nerde karşıtlık varsa orda komik vardır." Thomas Hobbes, gülmeyi başkalarının ayağı sürçtüğü zaman bizim kendimizi güvende görmemizden doğan böbürlenmemiz, "âni üstünlük duygusu" diye açıklıyor.[63] Her tanımlamanın, tanımladığı şeyi sınırlamasından ötürü, sürekli değişmekte olan zaman içinde eksik kalabildiğini de düşünerek, yine de gülmeceyi en genel belirtisiyle tanımlamaya çalışalım ki, konumuzu inceleyebilelim : “Gülmece, seslendiği insanı, hangi oranda olursa olsun, sağlıklı olarak güldürebilen her şeydir.” Çünkü güldürmek, gülmecenin işlevidir. Gülmecede bulunabilecek her türlü niteliklerin. Görevlerin hepsi, güldürmek işlevinden sonra gelir. Bir oranda olsun güldürmeyen bir şey gülmece değildir. Gülmecedeki gülmenin sağlıklı olması çok önemlidir; çünkü sağlıklı olmayan gülmeleri doğuran etkenlerin hiçbiri, gülmece sayılamayacağından konumuzun dışında kalır. Gıdıklanarak bir insan güldürülebilir; ama bu sağlıklı bir gülme olmadığı için, gıdıklamak gülmece sayılamaz. İsterikler ağlama ve gülme nöbeti geçirirler. Başta şizofren denilen erken bunamalar olmak üzere belirli ruh hastalıklarında anlamsız, düzensiz, bitevi (kesintisiz) olan patolojik gülmelerin etkenleri ruhsal bozukluklar olduğu için, böyle gülmeleri doğuran etkenler de gülmece değildirler. Kanlı savaşların en yoğun çarpışmalarında sinirleri bozulup kahkaha atan askerler görülmüştür. Bu türlü gülmelerin kaynağı sinir bozukluğu olduğundan, savaşın bu gerilimi de gülmece olamaz. Güldüren haplar, mutluluk hapları, güldürücü gaz bombalan da, kimyasal maddelerin etkisiyle insanları güldürdüklerinden sağlıklı gülmeler değildir. Aptal gülüşler, yalancıktan gülmeler, yaranma gülmeleri de, daha bunlara benzer sağlıklı olmayan gülme etkenleri de gülmece sayılamazlar.[64]
Sağlıklı, gülmeceyi yaratan her şey gülmecenin kapsamına girdiğine göre; yazılı ve sözlü bütün gülmece eserleri, gülmece hikâye ve romanları, yergi, taşlama, alay, eğlenme, şaka. güldürü (komedi), güldürücü pantomim ve danslar, tersinleme, karikatür ve türleri, gölge oyunları (Karagöz vb.) kukla oyunları, gülünçleştirme (parodie ve argoda tiye almak, kaba gülünç (grotesque), güldürücü anekdot ve fıkralar, nükte (sprit), ters yansılama (Allegorie), eski ve yeni argodaki, dalga geçme, tefe koymak, maytap geçmek, gırgır ve bunlar gibi olan herşey gülmecenin içine girer. Görülüyor ki gülmece geniş kapsamlı, yaşamın her yanına yayılan bir sanat, bir iştir.[65]
MİZAH (GÜLMECE) VE YERGİ’NİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Batı Edebiyatında Gülmece ve Yerginin Gelişimi:
Dünya var olalıdan beri her toplumda gülmece de vardır, yergi de. Hiçbir toplum bunun dışında değildir. Bir yerde kötülükler, haksızlıklar, kayırmalar, düzensizlikler varsa, o yerde, yerginin ve gülmecenin olması doğaldır. İlk çağlarda, yerginin de gülmecenin de acımasız olduğu bilinir... Toplumsal yaşamın gelişimiyle birlikte bunlar dolaylı söylemlerle yumuşatılmış, sözcükler daha da seçilerek kullanılmıştır. Böylece güldürü öğesi ağır basan komediler oluşmuş acıklı tiyatronun yerini gülmece almıştır. Eğiten, iğneleyen bazen de sertleşerek toplumu uyaran bir tür olarak gelişmiştir. Yunanlılar bunun öncüsüdür. Ortaçağ'da yaşayan sanatçılar, bu türü kullanarak haksızlıkları yapanlardan, kraldan ve kiliseden öçlerini almışlardır. Orta Çağda Kralı ve kiliseyi alaya alan öykücüler de gelişmiştir. Öykücüler, yazdıkları yapıtlara gülmece öğeleri de katarak onları yerden yere vurmasını bilmişlerdir. (Bizim anonim halk edebiyatımızda olduğu gibi. Keloğlan, İncili Çavuş...). O dönemi Aziz Nesin şöyle yorumlar: "Perikles'in yönetiminde Atina yücelmiş, kalkınmış, sonradan kötü yönetime düşerek halk yoksullaşmış, ezilmiş ve toplum çürümüştür... Halk çektiği sıkıntı içinde, eskiden yaşanmış mutluluğu anarak iyi bir geleceği özlemektedir. Ama bozuk bir düzen içinde yaşamakta ve bu bozuk düzeni iyice değiştirmek için de başkaldırmamakta, üstelik bozukluğa, kötülüğe de katılmaktadır. İşte Aristophanes, böyle bir ortam içinde yetişip ölümsüz komedyalarını vermiştir."[66]
Mizah türünde dünyaca tanınmış yazarlardan bazıları şunlardır: Yunanlılardan Aristofanes ve Lukianos; Romalılardan Horatius; İtalyanlardan Boccacio: Fransızlardan Rabelais(1490-1553), Le Sage, Voltaire; İspanyollardan, Cervantes (1547-1616); İngilizlerden Chaucer, Shakespeare(1564-1616), Fielding, Willima Law, Jonathan Swift, Boswell, Charles Lemb, Jane Austen, Oscar Wilde; Almanlardan, WiIhelm Busch; Amerikalılardan, Mark Twain.[67]
Rabelais(1490-1553), Ortaçağdan Rönesans’a geçişte önemli bir isim olan François Rabelais, baba-oğul iki dev Gargantua ve Pantragruel’in maceralarını anlattığı beş ciltlik eseriyle Fransız ve dünya edebiyatına unutulmaz eserini vermiştir. Gargantua, bu külliyatın en tanınmış eseridir. Gargantua obur bir devdir. Eser, devin hayatını doğumundan başlayarak anlatır. Realizmi fanteziyle, Rönesans bilgeliğini müstehcen esprilerle buluşturur. Rabelais eseri ironi ve mizahla zenginleştirir, yer yer destansı diliyle dönemiyle alay eder.[68] Cervantes(1547-1616), Mizahın, ironi’nin mantığını anlama açısından dünya edebiyatının unutulmaz eserlerinden biri olan Don Kişot’tun yazarıdır. Osmanlı Türklerine karşı savaşan ve beş yıl esir kalan Cervantes’in biz Türklerle de ayrı bir ünsiyeti de vardır. Bu eserde; gülmeceye konu olan kahramanların mantığı, kendilerince hiç de saçma olmayan, ama gerçekte topluma göre saçma olan bir mantıktır ki bu da saçmanın mantığıdır. Nitekim Theophile Gautier gülmeceyi "Saçmanın mantığı" diye tanımlamıştır. Her gülünç şeyin, hiç olmazsa bir yönden karşıtlığı vardır ve bizi güldüren şey, görünür bir biçimde ortaya konmuş bir saçmadan başka bişey değildir. Bir başka görüşe göreyse, gülünç olan saçmanın önce benimsenmişken, sonradan düzeltilen biçimidir; ya da bir yönden saçma olup da öteki yönden mantıklı olarak açıklanabilen herşey gülünçtür. Don Kişot'un yel değirmenini dev görmesi saçmadır, ama bu saçmanın Don Kişot'a göre bir mantığı vardır. Sonra da. bu saçmanın mantığıyla, dev diye yel değirmenine saldırması, saçmadan doğan bir gülmecedir. Buradaki saçma, doğrulara (verite'lere) aldırmamak, onları kendi isteğince yorumlayarak değiştirmek demektir. Yel değirmeni görünen bir doğrudur. Don Kişot'un isteğiyse bir dev görmektir. Yel değirmeni doğrusunu kendi isteğine göre dev olarak yorumlaması, O’nun mantığı, yani saçmanın mantığıdır.[69] Dostoyevski'ye göre Don Kişot, insan düşüncesinin en son ve en büyük sözü, insanın ifade edebileceği en acı ironidir.[70]
Shakespeare (1564-1616), dünya ve İngiliz edebiyatının en büyük tiyatro yazarlarındandır. Tiyatro eseri olarak trajedileri, komedileri ve tarihi eserleri ile soneleri ve şiirleri bulunmaktadır. Komedileri: Aşkın çabası Boşuna, Bir yaz Gecesi, Cymbline, Fırtına, Hırçın Kız, İki Soylu akraba, Kısasa Kısas, Kış Masalı, Kuru Gürültü, Onikinci Gece, Perikles, Size nasıl geliyorsa, sonu İyi Biterse, Venedik Taciri, veronalı İki Centilmen, Windsor’un Şen kadınları, yanlışlıklar Komedisi.[71]
Türk Edebiyatında Gülmece ve Yerginin Eski Bir Geleneği Vardır:
İsmet Zeki Eyüboğlu, "Gülmenin yurdu ocağı Anadolu'dur." der. Bütün kişileri güldüren, eğlendiren, gülme-eğlenme olanaklarını yaratan büyük tanrılar Anadolu'da doğmuş, Anadolu'da egemenlik sürmüştür. İçkiyi şarabı bulup insanların eğlenmelerine, gülmelerine olanak sağlayan Diyonis (Grek dilinde Dioysos) bir Anadolu tannsıdır... der ve Midasın Kulakları öyküsünü şöyle anlatır: Tanrı Apollon düşünmüş taşınmış Kral Midas (i.ö.715-676)'ı yargıcı seçmiş bu yarışmada. Kim daha iyi, daha güzel çalgı çalarsa ödül ona verilecekmiş. Yarışma sonunda Midas ödülü Marsyas'a verince öfkelenen Apollon ona bir oyun oynamış, kulaklarını eşek kulaklarına dönüştürmüş. Bu olaydan sonra Midas'ın kulakları bir gülme, eğlenme aracı oluvermiş Anadolu'da." İlkçağda, Anadolu'da kurulan büyük oyun yerlerinde (tiyatrolarda) güldürü aracı olarak maskenin kullanıldığını tarih belgelerinden öğreniyoruz. Side, Bergama, Efes, Manisa... oyunluklar ilkçağ Anadolu'nun önemli kültür merkezleridir. Çok tanrılık döneminde özgürce ortaya konulan gülmecenin Tek tanrıya geçişte yasaklandığını İsmet Zeki Eyüboğlu şöyle belirler: "Hristiyanlık buna neden olarak İsa'nın çektiği acıları ileri sürdü. Arkasından gelen İslâmlık, kendinden önceki tektanrıcı dinlerin etkisiyle gülme yasağını daha da pekiştirdi. Bu tür yasaklar, yalnız Anadolu'da değil, Avrupa ülkelerinde de bütün katılıklarıyla ortaçağ boyunca egemen oldu....Ancak bu acı, bu üzüntü toplumun bütün kesimlerini egemenliği altına alamamış, eski alışkanlıklar, eski gelenekler için için sürmüş, kurum niteliğini yitirmekle birlikte, varlığını korumuş , kişisel bir yaratma olarak günümüze değin gelmiştir. İşte Nasrettin Hoca, Bektaşî, Bekri Mustafa, İncilli Çavuş, Karagöz. ... Bu eski geleneğin değişik nitelikte birer ürünü olarak doğmuştur."[72]
Ferit Öngören bu döneme Antik Dönem der ve şunları söyler: “Antik Anadolu mizahı tanıtılırken, Noel Baba'dan söz edilmeli... Noel Baha'nın Antik Anadolu mizahıyla ilişkisi şimdilik, Anadolu doğumlu olmasındandır. Ezop, Anadolu’lu olduğu halde Batı mizahına kaynaklık etmiştir... Mizahın Atası sayılan Diyanizos'un bile atası durumunda olan Sabaz Anadolu’ludur.” der. Ferit Öngören Türk mizahını şu bölümlere ayırır: 1. Antik Anadolu Mizahı, 2. Selçuki Mizahı, 3. Osmanlı Mizahı, 4. Cumhuriyet Öncesi Anadolu Mizahı.[73]
Gülmece ve Yerginin Gelişiminde Halk Ozanının ve Divan Şairinin Yeri:
Genel olarak "yergi ve gülmece"in kökeninde eleştiri vardır. Gülme olgusu ikinci plândadır. Gülmece daha çok eğlencede başı çeker. Topluluğu güldürmek için yapılır. Orta Oyununda, Karagöz ve Hacivat'ta... Keloğlan'da... gülmece vardır. Ama Nasrettin Hoca'da, Dede Kokut Hikâyeleri'nde gülmekten çok "ders" vardır. Bektaşî fıkralarında ise gülmece öndedir. Halk şiirinde gülmece öğesi "öğüt" ve "ders" öğesi ile yan yanadır. Onları birbirinde ayıramazsınız. Halk ozanı Tanrı ile alay eder, gülersiniz. Ardından düşünürsünüz. Bu iki olgu iç içedir. Bu nedenle sevilir, yüzyıllara uzanır. Dil onu güçlendirir. Uzun ömürlü oluşu ondandır. Ders verir insanlara. Toplumsal gücü oluşturur. Bu açıdan bakılırsa "gülmece" sözcüğünden daha çok "mizah" sözcüğü yakışır. Bu nedenle "gülmece" her zaman mizahın yerini tutmaz. İkisinin de benzeşen yanları vardır. Ama eşit değildir. Yapıtta bazen mizah derim, gülmece derim, hiciv derim, yergi derim; nedeni o anda öyle algıladığımdandır.[74]
Halk ozanı halkın sorunlarını halkın diliyle, hoşgörünün güzelliği içinde Tann'yı da içine alarak eleştirel bir çizgide sürdürür. Dayanağı halktır. Onun dışına çıkamaz. "Yiyeceği bulgur, içeceği ayran" örneği. Güzellik buradadır. Küfürsüz konuşur, edepsizleşmez. Sert çıksa bile onu yumuşatmasını bilir. Tanrı sevgisi özdendir. Yakınması candandır. Yergi öyle değildir. Yergi eleştirinin yoğrularak incelmiş (zarif) biçimidir bence. Hiciv yerine yergi sözcüğü de ona çok yakışır. Neden mi? Hiciv kişisel ya da toplumsal olsun, özünde eleştiri vardır. Toplumdaki bozukluklar, kötülükler, hırsızlıklar, yalanlar, dolanlar yerden yere vurulur. Bunu yaratanlar "dile dolanır". Ağır eleştiri aracıdır. Buna rahatlıkla yergi denilir. Eğer küfür değilse. Bazen kişisel eleştiri yergiye dönüşür. Yergi az gelir. Küfür başlar, yerginin (hicvin) güzelliği bozulup gider. Halk şiirinde yergiden çok mizah vardır. Küfre pek rastlanmaz. Divan şiirinde yergi öne çıkar. Hele kişisel yergide çoğu kez küfür öndedir. Yenilir yutulur cinsten değildir. Bunda dilin de etkisi vardır. Arapça, Farsça sözcüklerle küfür söylemek hem zordur, hem kolaydır. Anlaşılırsa zor, anlaşılamazsa kolaydır. Çünkü divan şairi yabancı sözcüklerle oynamasını sever. Onu bir dil öğesi olmaktan çıkarır, bilmeceye (sanata demiyorum) dönüştürür. Bu da onu mutlu kılar. Tıpkı çocukların oyuncaklarıyla oynaması gibi.[75] Yergide olsun, mizahta olsun kaynak, kişidir, yönetimdir ve yöneticidir. Kişi ve kişiler olmazsa toplum olamaz. Kişi ve kişiler kötü olmadan toplum bozulamaz. Kişisel eleştiri ya da yergi toplumsal yerginin ölçeğidir. Toplumsal eleştiride yönetim ve yönetici öndedir. Yapılan yergide, kişilerin mutlu yaşadıkları, eğilmeden dövülmeden, sömürülmeden özgürce yaşadıkları güzel günlere özlem gizlidir. Bu özlem bireysel yergiyi, toplumsal eleştiriyi çabuklaştırır. Bunları yapanlar, topluma yön verenler, güzel günleri özleyenler çoğu kez ozanlardır, şairlerdir, yazarlardır, sanatçılardır. Başka bir söylemle toplumun ezilmişleri, hor görülmüşleridir.[76]
Ezel Elverdi ve arkadaşları’nın hazırladığı eserde Divan Edebiyatında mizah şu şekilde değerlendirilir: İslâm dini insanları küçük düşürmeyi, onlarla alay etmeyi hedef alan mizahı yasaklamıştır. Bu konuda âyetler ve çokça hadis vardır Yalnız karşıdaki insanın da hoşuna gidecek türden şakaların yapılabileceğine dair hadisler bulunmaktadır. Latife adını alan bu türden şakalar Hz. Peygamber tarafından da yapılmıştır Kınalızâde Ali Efendi Ahlâk-ı ala-i adlı eserinde mizahı “dilin âfetlerinden biri” olarak gösterir, ifratından kaçınılması gerektiğini belirtir. Haddi aşan mizah incitici olur, hatır kırar, hatta şeref lekeler. Hiciv yolu insanlar arasında kin ve haset tohumları eker. Bu çerçeveden divan edebiyatına baktığımız zaman mizahi unsurların pek de zengin olmadığı görülür. Mizah esasen şiiri küçültücü bir tavırdır. Hafiflik alâmeti sayılır. Ancak yine de divan şairleri zaman zaman mizaha başvurmuşlardır. Birbirlerine karşı hiciv oklarını atmışlardır. Bunların pek çoğu mevki hırsı, hased ve kıskançlıktan doğmadır; bir kısmı da şaka, latife bâbında has mizah olarak görülebilir. Agah Sırrı Levend divan edebiyatımızda görülen mizahi eserleri şöyle sıralar: 1. Hezlâmiz kıtalar ve beyitler, 2. Muhtelif şekillerde yazılmış hezlgüne manzumeler, 3. Manzum latifeler, 4. Mensur fıkralar, 5. Mektuplar, arzıhaller, 6. Münazaralar, 7. Mülatafalar, 8. Nâmeler, 9. Başkalarının eserleri ile yapılan hezlâmiz manzumeler, 10. Şerhler, 11. Nazireler, bu yolda yapılan tehziller (Divan edebiyatı, 1941). Mizahı hiciv derecesine vardıran şair ve ediblerin pek çoğu sövgü, müstehcen ifade, hakaretâmiz sözlere yer verir. Böylece oluşan mizah külliyatı birikim halinde şifahi olarak ağızdan ağıza yayılır, pek az miktarda yazıya geçer. Divan edebiyatımızın mizahi sayılabilecek başlıca eserleri arasında şunlar vardır: Harnâme (Şeyhi XV. a.), Dâfiu'l-gumûm ve râfiu'l-hümûm, Cerrnâme, Kaplucanâme (Gazali Deli Birader, XVI. a.), Pire manzumesi (Fütuhi, XVI. a ). Sansar Mustafa hikâyesi (Tıflı, XVII. a.), Hezliyyât (Nevizâde Atai, XVII. a.). Hezliyyât (Osmanzâde Tâib. XVII. a.), Seknâme (Firaki Dede, XVIII. a.), Hirrenâme, Hezliyyât, Letâif (Ebubekir Kâni, XVIII. a.), Mutâyebat-ı Türkiyye (Latin harfli bs. 1943. Abdülhalim Galib Paşa, XIX. a).[77]
Gülmece ve Yergide Dil:
Türk edebiyatının İslâmlıktan önceki döneminde sözlü olarak bilinen yergi ve gülmece ürünleri Türk dilinin kendi özelliği içinde gelişmiştir. Bunları elimize geçen ilk yazılı örnek olan Divanü Lügati't Türk'ten öğreniyoruz. İslâmlıktan sonraki dönemde yergi ve gülmece (hiciv ve mizah): a. Türk Halk edebiyatı yergi ve gülmecesi b. Klâsik Türk Edebiyatı (Divan edebiyatı) yergi ve gülmecesi diye iki koldan gelişir. Başlangıçta özgün bir dille halkın sorunlarını, güldürücü öğeler de katarak anlatan yapıtlar doğar. Önceleri an Türkçeyle başlayan yergi ve gülmece dili, her yüzyıl biraz daha yozlaşır. Dil Arapça ve Fars-çanın etkisinde kalır. Bu kez halk ozanlarında "divan" şairlerinin kullandıkları sözcükleri kullanma özlemi başlar. Hece ölçüsünün yanında aruzla yazma denemeleri de sürer. Ama başarılı olamaz. Yine de yergi ve gülmece halkın sıcaklığıyla serpilir. Bu XIX. Yüzyıla, yani Tanzimat'a değin sürüp gider.[78]
Türk edebiyatının ilk mizah örnekleri şüphesiz sözlü gelenekte ortaya çıkan unsurlardır. Deyimlerde, atasözlerinde, bilmecelerde, tekerlemelerde, masallarda, hasılı anonim örneklerde sık rastlanan bir olgudur. Divanü lügatit-Türk, Kutadgu Bilig, Dedem Korkud'un kitabı bu konuda örnekler taşımaktadır. Dede Korkut hikâyelerinin başında yer alan “kadınların tasnifi ve tasviri” bölümünde çizilen kadın tipleri mizahî açıdan çok başarılıdır. Masallar (Özellikle Keloğlan vb. gibi), fıkralar, seyirlik oyunlar (Karagöz, Ortaoyunu vb.), çocuk oyunları, köy seyirlik oyunları hemen hemen mizah unsuruna dayanmaktadır. Hareketler, sözler, kafiyeli deyişler, yanlış anlamalar, mantık ve gerçek dışı durumlar, birbiri ardınca tekrar edilerek dinleyici veya seyircide mizahi yaklaşımı yaratırlar. Nasreddin Hoca. Bekri Mustafa„ İncili Çavuş, Bektaşi, Tıflî gibi tiplere yaslanan fıkralar yanında Türk yazılı ve sözlü edebiyatında çok gelişmiş bir fıkra geleneği bulunmaktadır Buna zaman içinde renkli kişilikleri ile meşhur olan, nesilden nesle intikal eden, zekâlarının inceliği ve sözlerinin zerafeti ile tanınan simaları da ilave etmek gerekir. (Koca Ragıb Paşa, Kcçecizâde Fuad Paşa, Ahmed Vefik Paşa, Fıtnat Hanım, Şair Eşref, Neyzen Tevfik,... gibi). Meddah'ların konak ve kahvelerde anlattıkları hikâyeler de büyük ölçüde taklide ve mizaha yer vermekte, seyircinin ilgisini bu açıdan toplamaktadır. Bu güldürme esası Meddah ve Ortaoyunu geleneğinden alınan unsurlarla Tuluat tiyatrosuna yansıyacaktır. Âşık edebiyatında ise mizahi unsur daha ziyade atışma, deyişme, taşlama gibi âşıkların karşılıklı olarak söyledikleri şiirlerde görülür. Bunun yanı sıra bazı destan türleri doğrudan mizaha yaslanmaktadır (Züğürtlük, Otlakçı. Mirasyedi, Esnaf, Uyuz, Tahtakurusu ile pire... vb. destanları gibi.[79]
İslâmlık öncesi Türk edebiyatında dil Türkçedir. Ölçü hecedir. XI.yüzyıldan sonra İslâmlığın kabulüyle Arap ve Farsçanın etkisiyle her şey değişir. Aruz ölçüsü de kullanılır. Türk dili, halk edebiyatı, Tekke ve Âşık edebiyatını sürdürenlere kalır. Böylece Türk edebiyatında yol ayrımı başlar. Halk ozanı alır eline sazını, söyler şiirini ezgiyle. Halkla birlikte. XVII. yüzyıldan sonra halk ozanları yeni bir yöntem denediler. Aruz ölçüsünü de kullanmaya başladılar. Âşık Ömer, Gevheri buna öncülük ettiler. XIX.yüzyıla gelinceye değin bu bu istek gittikçe arttı. Divan şairleri gibi yazmak moda oldu. Erzurumlu Emrah, Dertli, Seyranî, Bayburtlu Zihni ve Emrah bunlar içinde olanlarıdır. Divan şairleri de XVII. yüzyıldan başlayarak hece ölçüsünü denediler. Örnekler vermeye çalıştılar. XVIII. yüzyılda Nedîm, Şeyh Galip hece ölçüsü denemelerini sürdürdüler. Tanzimat'la birlikte bu bir akım olarak gelişti.[80]
Gülmece ve Yergide Değişim:
Tanzimatla birlikte gülmece bir akım olarak gelişti. Divan edebiyatı ile süregelen yergi ve mizah edebiyatımız Tanzimat edebiyatı ile yeni bir değişim çizgisine girer. Çevirilerle başlayan yenilikler Lehçet ül Hakâyık'la yeni bir yüz kazanır. Edebiyat-ı Cedîde 'de duraklayan yergi ve mizah, 20. yüzyıl başından başlayarak siyasallaşır. Dil, yergi ve gülmecenin başarısında bir ölçüttür. Dili iyi kullananlar, diğer bir söyleyişle dilini iyi bilenler bu yarışta öndedir. Çünkü dil toplumsal yapının çimentosu gibidir. Kişiler ve kişilerin sorunları onunla ortaya konulur. Yine onunla çözüme ulaşılır. Halk ozanları bunu başarır. Kendi diliyle yani halkın diliyle konuşur. Dedikleri anlaşılır. Onların sorunlarını, dertlerini, acılarını dile getirir. Sevinçlerini onlarla paylaşır. Bir yanlışlık varsa hemen söyler. Sorumlulardan hesap sorar. Niçin? der. Sorumlu kim olursa olsun onun yakasına yapışır. Asık suratla değil gülerek, güldürerek. Bazen suçlu "şah"tır, "padişahtır, bazen "ağa"dır; bazen de "Tanrı"'dır. Bunu yaparken hiç çıkar düşünmez, kendisini ateşe atar. Ama hep kazanır. Halk onun dediklerine hem güler, hem inanır. Tanrı bile ondan hoşlanır. Yüksünmez. O, Tanrı' nın da halkın da sevgilisidir. Çünkü yüzyıllar öncesinde ne dediyse hep doğru çıkmıştır. Yanlışı yoktur. Çünkü dili bizden, özü bizden, derdi bizden. Dediklerinde yalan yoktur. Halk ozanı budur. Gülmecesiyle, diliyle, yorumuyla bize bakar ve ağlarken bile hep güler ve de güldürür. Bu Anadolu insanın ta kendisidir. Cumhuriyet Dönemi yergi ve gülmecesinde yüzyıllarca süren ayrım yavaş yavaş ortadan kalkmıştır. Hece-aruz kavgası yok olmuştur. İsteyen istediği biçimi, istediği konuyu, özde ve içerikte yaptığı değişimleri kendi diliyle sergilemeye başlamıştır. Divan şiiri, halk şiiri ayrı biçimler içinde aynı dili konuşur olmuştur. Cumhuriyet döneminde edebiyat yergi ve gülmecesini kendi yaratmıştı. Öykünmede, kopyalamadan. Yergi ve gülmece Türk siyasal tarihinin oluşum çizgisini belirler.[81]
Batı Tesirinde Gelişen Türk Edebiyatında Mizah:
Tanzimat dönemi, toplumun siyasi ve içtimai hayatında olduğu gibi sanat ve fikir hayatında da “batılılaştığı” bir devredir. Bu dönemde mizah da batılı bir mâna kazanmaya başlar. Toplun ve siyaset hayatında, bilhassa gazete ve dergilerin yayınlanması ile birlikte aktif bir rol üstlenir. Kişisel ve toplumsal eleştiri içinde kendine düşen görevi yerine getirmeye başlar. Her ne kadar eskiden gelen alışkanlık ile kişilere yönelik hiciv yine ön planda görülse de, aksaklıkların giderilmesi, baskılara son verilmesi, şu veya bu siyasetin takip edilmesi için bir araç olarak mizaha başvurulur. Sadrazam Âli Paşa'nın 1866 da Girid'deki karışıklıkları bastırmak için yaptığı icraatı alaya alan Ziya Paşa'nın Zafernâme'si, Namık Kemal'in Sadrazam Mahmud Nedim Paşa'yı konu alan Hirrenâme'si, Ethem Pertev Paşa'nın Av'ave'si, Eşref’in Deccal, Şah ve Padişah'ı, Ali Bey'in Lehçetü'l-hakayık'ı, Seyyareler'i Tanzimat devrinin başarılı mizah örneklerindendir. Siyasi şartların elverişsizliği sebebi ile Servet-i fünun döneminde mizah bir duraklama devri geçirir, 1908 den sonra yeniden canlanır. Cenab Şahabeddin ile Hüseyin Suad batılı mizah anlayışını yaygınlaştırırlar. Cenab, Dahhak-ı mazlum imzası ile yazdığı bu tür yazılarını kitap haline getirmemiştir. Gâve-i zâlim takma adını kullanan Hüseyin Suad mizahî şiirlerini Gâve'nin destanı adlı kitabında toplar. Fecr-i Âti devrinde mizah yazarı olarak Fazıl Ahmed Aykaç öndedir. Zarif nükteleri ve bilhassa tanınmış yazar ve şairlerin üslûplarını taklitte gösterdiği başarı ile dikkatleri çeker. Onun bu türdeki eserleri, Divançe-i Fazıl fi vasf-ı efazıl (manzum), Harman sonu (mensur). Kırpıntı (mensur), Şeytan diyor ki (mensur) gibi kitaplarıdır. Ayrıca Ahmed Rasim, Hüseyin Rahmi, Rıza Tevfik de bu yolda eserler verirler.[82] 1908 meşrutiyeti ile birlikte mizahi neşriyatta bir patlama görülür. Bir anda etrafı elliye yakın mizah dergisi doldurur. Bunların çoğu uzun ömürlü, olmaz. II. Abdulhamid devrine, jurnalcilere, sabık devlet adamlarına saldıran, onlarla alay eden pek çok yazı, resim ve karikatür neşredilir. İttihat ve Terakki önceleri padişah aleyhine yürütülen mizahi neşriyatı desteklerse de kendisi iktidara gelince bunu engellemeye çalışır. Milli edebiyat ve Milli Mücadele devirlerinde siyasi ve sosyal konularda yapılım mizah iyice yaygınlaşır. Ankara hükümeti ile İstanbul'u tutanlar ayrı ayrı dergiler etrafında mizahtan yararlanırlar. Dönemin başarılı yazar ve şairleri arasında şu isimler vardır: Neyzen Tevfik (Kolaylı) (Hiç, Azab-ı mukaddes). Halil Nihad (Boztepe) (Siham-ı ilham. Âyın-i devran, Maytab), İhsan Hamamı (Dıvan-ı ihsan, Hamsıname), yazılarını bir araya toplamayan Hüseyin Rıfat (Işıl), Abdülbaki Fevzi (Uluboy), mizahi yazılarında “Kirpi” adını kullanan Refik Halid Karay (Kirpinin dedikleri. Sakıtı aldanma inanma kanma. Ago Paşa'nın hatıratı. Guguklu saat).[83] Cumhuriyetten sonra çıkarılan mizah dergileri etrafında daha ziyade yeni düzeni tutan, geçmişi eleştiren, rejimin savunucusu bir mizah anlayışı geliştirilir Sedat Simavi, Cemal Nadir, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi, Sermet Muhtar. Ercüment Ekrem, Osman Cemal. Namdar Rahmi. Ratip Tahir vb. gibi yazarlar ile bunlara katılan karikatürcü zümresi mizah neşriyatına katkılarda bulunur. Fiske imzasını kullanan Orhan Seyfi Orhon (Fiskeler, Asrı Kerem, Kulaktan kulağa), Çimdik imzasını kullanan Yusuf Ziya Ortaç (Şen kitap, Sarı çizmeli Mehmet aga), “Çamdeviren ve Deli Ozan” imzalarını kullanan Faruk Nafiz Çamlıbel (Tatlı-sert), dönemin mizahı içinde önde gelen isimlerdendir. Çok partili hayata geçiş ile birlikte tek parti döneminin donuk, soğuk ve salona dönük mizah çizgisi zenginleşir, genişler. Tek parti döneminin son zamanlarında Aziz Nesin ile Sabahattin Ali'nin çıkardıkları Marko paşa dergisi politik mizahı yaygınlaştırır. Sol eleştiri mizaha yansır. Rıfat Ilgaz, Orhan Kemal, karikatürcü Mustafa (Mim) Uykusuz, Bedii Faik, Selami İzzet, Bülent Oran, Selçuk Kaskan, Oktay Verel gibi imzalar mizah sahasında parlamaya başlarlar. Karikatür mizah dergilerinde giderek önemini ve yerini genişletir. Karikatüristler peş peşe dergi çıkarmaya çalışırlar. Akbaba dergisi 1960 lara kadar bir mektep görevini üstlenir. 1989 da Karikatürcüler Derneği kurulur, uluslararası yarışmalar düzenlenir. Haldun Taner, Vedat Saygel, Sulhi Dölek, Muzaffer İzgü, Çetin Altan, Adnan Veli, İlhan Selçuk, diğer çalışmalarının yanı sıra mizahi türde eserler verirler Ancak geçen zaman içinde mizahi hikâye ve roman iyice geri plana düşer Süavi Süalp'in tesiri ile yeni bir mizah anlayışı ortaya çıkar. Bu anlayış zekâ inceliği, ifade kıvraklığı, normal mantık düzeni dışına doğru kayan çarpıtma esası ile bayağılığın sınır çizgisinde, müstehcene dönük bir mizah anlayışını kısa vurucu metinlerle dergilere yayar. Gırgır' (1973) bu akımın en geniş ve etkili uygulama alanı olmuştur. Karikatür, ifade ve mizah anlayışı ile hemen hemen bütün basın organları bu çerçevede neşriyat yaparlar. 1970 sonrasında, B. Shaw’ın çok ciddi bir iş olarak tarif ettiği mizah, sanatla ilgisini neredeyse koparır, bayağılığın bataklığına yuvarlanır. Konularının yarısı televizyona dayalı, geri kalanı sansasyon yaratan gazino sanatçılarına, futbol vb. ye ayıran mizah dergileri son derece sulandırılmış, kaba bir mizah anlayışını, daha ziyade seks çerçevesinde sürdürürler.[84]